10 Temmuz 2007 Salı
.::Mor ve Ötesi Hakkında::.
// Mor ve Ötesi | |
|
.::Metallica Grup Hakkında::.
1983 - Kill 'Em All
1984 - Jump In The Fire
1984 - Ride The Lightning
1984 - Creeping Death
1986 - Master Of Puppets
1987 - Garage Days Re-Visited
1988 - And Justice For All
1991 - Black Album
1993 - Live Shit: Binge & Purge
1996 - Load
1997 - Reload
1998 - Garage Inc.
1999 - S&M
2003 - St. Anger
Grup Hakkında
Metallica..Bilmeyen, tanımayan yok dünya üzerinde.. Amerikan tarihinin en çok satan 7. grubu..
Kimin aklına gelirdi, 1981 senesinde Lars Ulrich’in, James Hetfield’e yaptığı reddedilmez teklifin böyle büyük bir harekete dönüşebileceği?
Gerçek şu ki, o zamanlar Lars’ın grubu falan yoktu ta ki James O’na katılana kadar. İkili, ilk parçalarını James’in bas gitar, ritm gitar ve vokali üstlenmesiyle dandik bir kayıt cihazı vasıtasıyla gerçekleştirdiler. Lars, baterinin yanı sıra şarkı düzenlemeleri ile de uğraştı ve menajerlik görevini de üstlendi. Daha sonra Hetfield’in ev arkadaşı Ron McGovney ile bas gitar için, Dave Mustaine ile de lead gitar için anlaşıldı...
Grup arkadaşları olan Ron Quintana’nın tavsiyesi üzerine "Metallica" adını alarak Los Angeles’ta Saxon gibi gruplara açılış grubu olarak performanslarına başladı. Sonunda grup ‘No Life Til Leather’ adlı bir demo kaydetti ve bu demo el altından alış-verişi yapılan metal albümleri arasında en arananlardan biri haline geldi..
Metallica’nın San Fransisco’da sergilediği iki performans L.A’deki performanslardan daha dosthane, daha dürüsttü, en azından grubu çete olarak görmüyorlardı. Burada grup bas gitarist Cliff Burton’ı kaptı.. Cliff, Trauma ile beraber South California’ya gitmeyi reddederek Metallica ile beraber Bay Area’da kalmanın daha iyi bir fikir olduğuna kanaat getirdi ve resmen Metallica’ya katılmış oldu.
"No Life Til Leather"ın bir kopyası New York'ta Metal Cenneti olarak bilinen Jon Zazula’nın dükkanına düştü.. Zazula hemen Metallica’yı doğuda bir kaç performans sergilemelerini ve gruba albüm yapmak istediğini söyledi.Grup sonunda doğuya gitti fakat grubun gitaristi olan Dave Mustaine o yaştaki insanların kaldırabileceğinden daha ağır problemler yaratıyordu. Bu sebepten dolayı New York’a geldikten birkaç hafta sonra Mustaine’e yol verildi. Mark Whitakker boşalan yer için Exodus’tan Kirk Hammett’ı tavsiye etti. Akabindeki iki telefon görüşmesi ve uçak yolculuğundan sonra Kirk Hammett 1983’te Metallica’ya katılmış oldu.
Metallica’nın ilk albümü Kill’Em All 1983 sonlarına doğru piyasaya çıktı, bunun hemen üzerine gelen bir kaç şiddetli performans ise grubun Avrupa ve Amerika’daki ününün patlamasına yol açtı. Grup 1984’te prodüktör Flemming Rassmussen ile ikinci albümleri üzerine çalışmak için Kopenag’taki Sweet Silence Stüdyolarına gitti. ‘Ride The Lightning’ gösterdi ki Metallica asla tek albümlük, sıradan thrash gruplarından biri olmayacaktı. Bu albümden sonra grup "Elektra" şirketinin bir numaralı hedefi haline geldi. 1984 sonbaharında karşılıklı anlaşmalar yapıldı ve grubun ünü engellenemez bir şekilde yükselmeye devam etti.
Grup 1985’te aynı stüdyolara geri dönüp ‘Master of Puppets’ı kaydetti. L.A’de Michael Wagner ile mixleri yapılan albüm 1986 başlarında piyasaya çıktı. Albümün hemen sonrası gruba, Ozzy Osbourne ile bir tur kazandırdı ki bu tur grubun ne kadar hayranının oluştuğunun kanıtı olacaktı. Grup her geçen gün hedeflediği gerçeğe daha çok yaklaşıyordu; tüm dünyada en iyi olmak!
27 Eylül 1986’da, kurulan hayaller birden paramparça oldu.. İsveçin herhangi bir yerinde seyahat eden grup otobüsü yoldan çıkarak kaza yaptı ve Cliff Burton öldü..Grubun müziğinin gelişmesi için ortaya koyduğu filozofik çalışmalar, müzikal teorilerin yanı sıra Hetfield’in kişisel olarak kendini geliştirmesinin en büyük yardımcısıydı. Metallica’yı Cliff’siz düşünmek imkansızdı.. Yas döneminin ardından Lars, James ve Kirk tekrar savaşmaya karar verdiler.. Yaklaşık 40 aday arasından seçilen Floatsam an Jetsam’ın elemanı "Jason Newsted" grubun yeni bas gitaristi oldu. Dörtlü hemen bir tura çıktı ve ardından kendi parçalarının yeniden düzenlemesi olan ‘Garage Days Re-Revisited’ adlı EP’yi kaydetti. 1987'de ise unutulmayacak bir saygı ve vefa örneği gösteren grup ölen arkadaşları Cliff Burton için 86 Long Island konseri görüntülerinden oluşan Cliff'em All adlı videoyu yaptı..
Jason’un gruba iyice yerleşmesinden sonra grup dördüncü albümleri "…And Justice For All"'ı Ağustos 1988’de piyasaya çıkardı. Ürküten patlama bir anda gerçekleşti ve albüm Amerika listelerinde 6. sıraya yerleşti ve en iyi Metal/Hard Rock albümü dalında Grammy adayı oldu. Grup Monsters Of Rock festivalinde ana grup olan Van Halen’ı tam anlamıyla ezdi geçti ve dünya turu için yola çıktı. Aynı zamanlarda grup nihayet “one”a anti-video diye adlandırabileceğimiz bir video çekti.
1991’de Metallica kendi adlarını taşıyan ‘Black’ albümünü piyasaya çıkardı ve artık grubun şöhreti dünyayı aşmıştı. Yeni prodüktör Bob Rock ile yaptıkları bu albüm, önceki albüme göre daha kısa şarkılar, daha dolu bir ses ve daha basit düzenlemelerden oluşmuştu. Albüm birden dünyanın heryerinde bir numaraya oturdu ve dünya çapında 15 milyon kopya sattı, üzerine yetmedi aralarında Grammy ve MTV/AMA’nın da dahil olduğu bilmem kaç ödül aldılar..
Yeni albüm dört senelik bir aradan sonra günışığı gördü. California, The Plant in Sausalito’da kaydedilen albüme grup “Load” adını verdi. Metallica’nın şu ana kadar yaptığı en uzun albüm olan “Load” 14 parçadan oluşuyordu ve gruptaki gözle görülür değişikliklerin başlangıcıydı. Tabi bu albüm de Bob Rock’ın ellerinden geçti. Üzerinde tartışılan birçok parçadan sonra ikinci albüm “ReLoad” olarak 1997’de piyasaya çıktı. The Load turları, teknolojinin her nimetinden faydalanılmış kurgusuyla, çift sahnesiyle, insanları ruhen, bedenen kuşatmış ve asla unutulamayacak 2 saat olarak metal tarihine geçti. İnsanların Metallica için olan endişeleri bir anda uçup gitti. Albüm asla ‘Black’in başarısını yakalayamadı ve zaten iki albüm karşılaştırılmamalıydı da. ‘Load’ kendi doğruları içinde en iyisiydi..
1998 senesinde grup, eski işlerini tekrar ortaya dökme kararı alarak 11 parçalık bir cover albüm için tekrar stüdyoya girdi ve ortaya iki cdlik Garage Inc. çıktı. Albüm tam anlamıyla Metallica’nın başarısının tekrar gözler önüne serilmesi amaçlıydı. Grubun içindeki müzik ateşi hala yanıyordu ve bunu da 1999 yılında kantıladılar; grup San Francisco Senfoni Orkestrasıyla beraber çalacaktı.. Her ne kadar çalınacak parçalar henüz kararlaştırılmadıysa da bu albüm ‘Master Of Puppets’ gibi şarkılara daha senfonik, öncekinden daha güçlü bir hava kazandırdı. Düzenlemeler, kayıt aşaması, o, bu derken Metallica 1999 sonlarına doğru S&M adlı albümü piyasaya çıkardı...
2001 yılında ortaya çıkan bazı dedikodular sonunda Jason Newsted gruptan ayrıldı. Grup şunu farketti ki kişisel ve müzikal alandaki ilişkiler üzerine daha fazla çalışmak gerekiyordu ve sonuç olarak 2001 yılının ilk yarısını bunlar üzerine çalışarak geçirdiler. Grup The Presidio adı verilen eski bir kışlaya yerleşti ve bas gitarist bulmak için acele etmeme kararı aldı ve provalar sırasında bas gitarı prodüktör Bob Rock üstlendi..
2001’in ortasında James Hetfield rehabilitasyon ihtiyacı hissetti ve bir süre dinlenmek için kendi köşesine çekildi. Aylar boyunca Metallica üyeleri kendilerini ve grubu sorgulamak, değerlendirmek için bolca zaman buldular. Aradan geçen onca zaman sonunda grup tekrar toplandı ve birbirlerine olan saygının ve takdirin her zamankinden daha derin ve güçlü olduğunu farkettiler. Artık yeni albüm için çalışmanın zamanı gelmişti..
Grup, 2002 senesinde, yeni karargahında ‘St Anger’ albümü için hazırlıklara başladı. Başlayan bu erken çalışma, gruba geniş düşünce ve ifadelerinde kolaylık sağlarken hiçbiri ‘St Anger’ın bu kadar hırslı ve sert olabileceğini düşünmemişti. Bob Rock’ın her zamanki teşvik ve desteğiyle şarkı sözleri tüm grup elemanları tarafından yazıldı.
Metallica gururluydu, kendinden emindi, minnettardı, alçak gönüllüydü, açtı, sinirliydi ve mutluydu. Gergin? Tabi ki, ama bu iyi birşeydi, grubu yeni yerlere ve daha yaratıcı eserlere sevkediyordu.. En önemlisi grup zevk alıyordu..
2002 sonbaharında grup artık yeni bir bas gitarist edinmenin zamanının geldiğine karar verdi. Bir kaç birebir görüşme, kişisel başvurular ve benzeri işlerden sonra eski Suicidal Tendencies/Ozzy Osbourne/Infecious Grooves bas gitaristi Robert Trujillo Metallica’ya katıldı. Yedek olarak değil, kiralık olarak değil, işe alınmış bir bas gitarist olarak değil, gruptan biri olarak kabul edildi. Rahatlığı, mutluluğu, sıcaklığı, 15 senelik tecrübesi Robert’ı doğal bir seçim haline getirdi.
Siz bunları okurken "St Anger" bitmiş olacak, beklentiler, ulaşılan yerler, kazanılan başarılar her grubun elde edemeyeceği türden şeyler. Onlara bakın, dinlenmiyorlar. Lars, Kirk, Robert ve James çocuklar gibi heyecanlılar, bu adamlar akşam evde oturup birilerinin müzik yapmasını beklemiyor, bekleyemezler! Metallica; artık yeni bir boyuta ilk adımını atmış durumda…
.::Özlem Tekin Hakkında::.
Biyografisi:
18.11.1971 Amerika California doğumlu olan Özlem Tekin, babası Prof.Dr.Talat Tekin’in Berkeley Üniversitesinde öğrenim görevlisi olması nedeniyle uzun bir süre Amerika´da kaldı.İlk öğretime başlamadan önce Türkiye´ye (Ankara´ya) geldi.
İlk öğretimi Fransızca eğitim veren Tevfik Fikret Lisesi´nde bitirdi ve bu süre boyunca piyano dersleri aldı.Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı sınavlarına girdi ve klarnet bölümünü kazandı.Tüm konservatuar eğitimi boyunca Ankara´da sahne çalışmaları yaptı. Yaz dönemlerinde Bodrum başta olmak üzere, çeşitli tarzlarda (İngilizce pop, rock, heavy metal, punk, caz) müzik yaptı.Konservatuardan 1991-1992 yılında mezun oldu. Akustik gitara merakı olan Özlem kendi kendine bu aleti çalmayı öğrendi. Öğrenmekle kalmadı Akustik gitarla besteler yapmaya başladı.
İstanbul´daki Lokomotif grubundan aldığı teklif üzerine İstanbul´a geldi.Kısa bir süre Lokomotif´le çalıştıktan sonra tamamen bayanlardan kurulu Volvox grubuna katıldı. Şebnem Ferah’ın da bulunduğu Volvox ile iki yıl non-stop müzik yaptılar. Daha sonra Özlem gruptan ayrılarak solo çalışmalara yöneldi. İlk solo albümü için Hakan Peker’le anlaşan Özlem, çalışmalara başladı.
İlk albümü Kime Ne 1996 yılında yayınlandıktan sonra "Aşk Herşeyi Affeder mi" büyük yankı uyandırdı.. "Çok Üzgünüm İstemeden Seni Dün Gece Aldattım" gibi cesur sözlerle başlayan şarkı, aldatmaya dayalı ve kadın erkek ilişkileri odaklı şarkılara yeni boyutlar kazandırdı. İlk defa bir kadın bu kadar açık yüreklilikle aldatını ifade ediyor ve hemen ardından aşkın bunu affedip affetmeyeceğini sorguluyordu. Albümde ilginç sözlere sahip olan şarkı bir tek “Aşk her şeyi Affeder Mi” değildi.. Zoraki evliliklere “böyle zorla düğün olmaz ki yok mu sevdiğin” diye haykıran DUVAKSIZ GELİN, “ümidi yok kimden yardım dilesin, hiç mi sevmez anacığına dönesin” diyerek sokak çocuklarının hayatını sorgulayan HERKES ŞANSLI DOĞMUYOR, “kurşunlar sizin olsun, kurusun gözler” diyerek isyan ettiği SEBEPSİZ SAVAŞ albümün ön plana çıkanlarındandı. Alternatif Pop adını verdiği müziği ile Özlem Tekin o yıllarda kuşkusuz yeni bi kulvar açtı, ve pop müziğe farklı bir bakış açısı getirdi. Cem Yılmaz’ın da konuk olarak “Yar Bana Varmadı” en sevilen çalışmalarından biri oldu.
Aradan geçen zamaNda dünyadaki elektronik akımı ile birlikte Özlem Tekin’in müzikal zevklerinde de bir takım değişiklikler meydana geldi, dolayısı ile bir sonraki albümün de elektronik müziklerden payını alması kaçınılmaz oldu.. İkinci albüm ÖZ, hiçbir canlı enstrumanın kullanılmadığı, tamamen elektronik müzikle yapılmış Türkiye’nin ilk albümü olma özelliğine sahipti. Sevgilisini öldürüp, ormanda gömmeye giden kadını canlandırdığı ilk klip Bahar ile Özlem Tekin, yine herkesi ayağa kaldırdı. ÖZ albümünün en büyük hitlerinden olan BAHAR şarkısının sözü ve müziği de tıpkı aşk her şeyi affeder mi gibi BARLAS a aitti. İkinci klip ise Levent semerci yönetmenliğinde YOL isimli şarkıya çekildi. “Yanlış senin tek hazinen, herşeyi kendine sor kendinden öğren” gibi sözleri ile Özlem Tekin’in içindeki ruhu da net bi şekilde anlatan şarkının klibi MCM gibi yabancı müzik kanallarında da gösterilerek, büyük başarılara ulaştı. Ne yazık ki bu albüm sadece 2 kliple kaldı, fakat türünün sevenleri, yeni keşfedenler ve Özlem hayranları tarafından arşivlerin en güzel yerinde Türkçe sözlü elektronik müzik albümü olarak yerini aldı.
Bu arada Özlem Tekin, Pahsan Music ile kısa bir evlilik de yaptı. Evlilik yüzüklerini dövme olarak parmaklarına yaptıran ikili, boşanınca dövmeyi de sildiler..
Üçüncü albüm 1999 yılının yaz aylarında geldi: Laubali! Tam da yaz aylarına yakışır bi neşe ve dinamiklik ile…. Tarz olarak en çok çeşitlilik barındıran albüm olan Laubali’nin çıkış parçası albüm ile aynı ismi taşıyan Fergan Mirkelam imzalı Laubali oldu. Kendi sözleri ile Özlem bu şarkıyı şöyle anlatıyor: “Fergan bize Rıza Erekli'nin stüdyosunda sürekli baskınlar yapıp, kamerasıyla bize zorla mizansenler yaptırıyordu, çok eğleniyorduk. Ona boş gelme beste getir kardeşim dedim, yapmış getirdi. Tabii çok sevindim”.
Bu albümde Özlem’den duymaya alışık olmadığımız şekilde batı müziğinin yanında doğu müziği sentezleri kulağımıza geliyordu. Arabeskvari sözleri ve Doğuş vokali ile “Yazmamışlar”, 9/8 lik ritmi ile “Biberi Bol”, klip çekilmemesine rağmen dillere dolanan “Beni Yakan Aşkın” bunlara verilecek örneklerdendi. Ama bunların yanında “Vurma”, “Kumdan Kaleler”, Teoman destekli “Bu Kalp” gibi sentezden nasibini almamış, batı soundlu son derece sıkı parçalar da bulunmaktaydı. Disco tarzındaki “Sorma”yı ise Olivia Newton John’a adamıştı Özlem..
Albümden ikinci klip Yazmamışlar’a, üçüncü klip ise “eskiden her klipte farklı imajla çıkardım şimdi o da yetmedi, aynı klipte 5 farklı imaj” diyerek tanıttığı Biri Var’a çekildi.
2000 yılının yazında Özlem Tekin bu sefer müzik dışı bir çalışma ile sevenlerinin karışısına çıktı. Kanal D için çekilen Yaz Rüzgarı isimli programın sunucuğunu üstlenen Özlem Tekin, 2000 yazı boyunca hafta içi her gün farklı bir konukla ekranlara konuk oldu, hazırladığı kısa skeçlerle de oyunculukta da ileride atacağı başarılar hakkında ufak ipuçları verdi.
2002 yılında çıkan Tek Başıma Albümü öncesi 2 yıl hiçbiryerde gözükmeyen Özlem Tekin o yıları da şöyle anlatıyor:” 2 yıl ara vererek müzikten uzak kaldım, fiziklsel olarak dinlendim, şehir şehir gezdim, amerika’da bir süre kaldım. Elime gitar bile almadım, beste yapmadım Yani kendimi dinledim…” Bu süreç sonunda, eline gitarı alıp yaklaşık 1 hafta içinde yazdığı şarkılardan oluşan Tek Başıma albümü de aynı dinginliği taşıyor. Bu sefer çığlıklar atan, isyankar Özlem yerine durulmuş, “sen olmasan da yaşatırım ben bu aşkı” diyebilecek kadar durulmuş bi Özlem karşımızdaydı. Bi önceki albümdeki sentezlerden eser yok. Fakat yine Özlem Özlem’liğini göstermişti. Çıkış parçası Dağları Deldim’deki “Magazin dalı güllü dallı motorlar gibi koca aramıyorum ki olum ben bu şarkılar niye” dizeleri ile yine gündeme oturdu! Üstüne alınıp cevap verenlere ise ağzını açıp tek kelime etmedi. Sadece yerinden oturup olan bitenlere bıyık altından gülümsüyordu. Albümde bulunan Barlas şarkısı Aşka Dair yine Özlem Barlas beraberliğinin başarısını doğrularcasına, albümün öne çıkan hitlerinden oldu. Türkiye’nin ilk tekno trans şarkısı dediği Kırıldım, hip hop öğeler barındıran Dağları Deldim, Bjork-vari Daa gibi şarkılarla Özlem yine dolu dolu bi albüm hazırlamıştı.
Fakat bi süre sonra Özlem roportajlardan, yoğunluktan sıkılıp siz albümü dinleyedurun ben geliyorum diyerek Amerika’ya gitti. Orda Amerikalı yönetmen Aaron Walker ile ikinci klibi de Hep Yek’e çekti..
Bu sırada Özlem Tekin ufaktan ufaktan ilk oyunculuk denemelerine de başladı. Kanal D ‘de yayınlanan mitolojik dizi Karaoğlanda kötü büyücü Zenka, Mustafa Altıoklar’ın yönetmenliğindeki O Şimdi Asker’de de küçük bi rolle karşımıza çıktı..
Özlem Amerika’dan döner dönmez ayağının tozu ile Rock’n Dark Efes turnesine çıktı. 2003 yaz boyunca yazlık mekanlarda devam eden turnenin sürprizi Özlem’in 5 şarkısının club remixlerini içeren bir cd’nin konsere gelen dinleyicilere hediye olarak dağıtılması oldu. Piyasada bulunmayan bu çok özel Cd de aşka dair, kırıldım, kimbilir, dağları deldim, ve yazmamışlar’ın remixleri bulunmaktaydı. Turnedeki eğlenceli görüntülerin montajlarından oluşan Dağları Deldim Remix klibi ise 2003yazının özlem tekin hayranlarına hediyesi oldu.
2004 yılının başlarında Neredesin Firuze isimli fimin soundtrackinde Özlem yine kendi ilklerinden birini gerçekleştirerek Fuat Saka’ya ait bir Karadeniz türküsü seslendirdi: Kara Sevda.. Trüküyü kendine has uslubu ile seslendiren Özlem Tekin, kendisini sevmeyenlerin bile ilgisini çekti ve soundtrack’in öne çıkan çalışmalarından biri oldu.
Bu arada Şener Şen, meltem Cumbul, Beyaz, cem davran, ve pamela ile birlikte oynayacağı bir müzikalin hazırlarına başlayan Özlem Tekin, yine farklı ufuklara gözünü dikmişti. Fakat müzikal ne yazık ki Şener Şen’in rahatsızlığı bir süre ertelenince, özlem tekin kendisine gelen dizi teklifini kabule etti ve 2004 sezonunda Hale Soygazi, Ceyda Düvenci ve Ege Aydan ile başrollerini paylaştığı Sil Baştan isimli dizi ile ekranlara konuk oldu. İzleyeciler bu sefer karşılarında çok farklı Özlem Tekin buldular. Çünkü kndisine teklif edilen asi rockçı kız rollerinin hepsini geri çeviren özlem bu dizide, hapishaneden çıkmış, çocuk sahibi bir kadını canlandırıyordu, ve de üstelik çok başarılıydı. Televizyon eleştirmenlerinden tam not almıştı.
2004 yılının yazında “Sanki Dün Gibi” isimli 70-80-90’lı yılların Türkçe pop hitlerinin seslendirildiği, Most Productions tarafından gerçekleşen ve 3 gün devam eden konserde Fatih erkoç ve levent yüksel ile birlikte daimi solist olarak yer aldı. Çillibom, seninle bir dakika, burçak tarlası, delisin, fesupanallah, denizleri aşta gel gibi türk popun unutulmaz hitlerini de özlem’in yorumundan dinlemiş olduk. Kuşkusuz konserin Özlem severler tarafından en merakla karşılanan yorumu, Volvox’tan da arkadaşı olan, fakat profosyonel müzik yaşamında sürekli kıyaslandığı Şebnem Ferah klasiği Yağmurlar oldu…
Bu konserlerden hemen sonra ise Türkiye’nin önemli festivallerinden biri olan Rock and Coke’da sahne alan Özlem, sahneye maskesi ve ilginç kotsumu ile çıkarak dikkatleri üzerine çekti. Bu konserde “Bu bir Özlem Tekin konseri değil, OZZ isimli yeni bir grubun konseri” diyerek yaptığı açıklama ile yeni kurduğu özlem tekinin eski şarkılarını sert yorumlarla coverlayacak olan OZZ isimli grubun da müjdesini verdi.
O sıralar çıkan Levent Yüksel’in Uslanmadım albümünde ise Sen Anla isimli şarkının söz ve müziği Özlem Tekin’e aitti. Geri vokalleri ile de şarkıya renk katmıştı
2004 yılının bitimine doğru Şener Şen’in iyileşmesi ile Mucizeler Komedisi adı verilen müzikal yeniden gündeme geldi. Kadroda bikaç değişiklikler vardı, beyaz ve cem davran gitmiş yerlerine Mirkelam ve şevket Çoruh gelmişti.
Mucizeler Komedisinin görücüye çıkmasıyla, Özlem Tekinin oyuncuğunun zirveey ulaşması bür oldu. Nerdeyse müzikali adından en çok söz ettiren oyuncusu olan Özlem bütün tiyatro eleştirmenlerinden tam not aldı, Hıncal Uluç’un kaleminden “o bir mucize”, fatih altaylı’dan ise “o komple bi sanatçı” olarak yazılara döküldü… O ise bütün bunları hiç farkında değilmiş gibi “sanırım benden beklenmediği için bu kadar konuşuldu,teşekkür ederim yine de..” gibi mütevazı cevaplar vererek, gülümsedi..
Tarihler 2005 yılının Mayıs aynı gösterdiğinde Özlem 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 adını verdiği 5. albümü ile müziğe geri döndü. Diğer albümlerine göre gayer sert bir sounda sahip olan bu albüm, gerek özlem tekin hayranları, gerek rock müzik severler tarafından ilgiyle karşılandı. Albümü tanıtmak için bu sefer farklı bir yönteö seçen özlem, klip çekmek yerine albüm çıkar çıkmaz konserlere başladı. Coca cola sponsorluğundaki soundwawe turnesiyle, üniversiteleri gezerek albümü tanıttı.. Daha sonra ise ilk klip 2 farklı versiyonla geldi: Değmez…
Fakat Özlem’in deyimiyle kanallar klibe korku filmi muamelesi yaptılar ve nedense pek göstermeyi tercih etmediler. Bunun üzerine konser görüntülerinden oluşan ikinci klip Cinayet ise tam tersi etkiyle müzik kanallarının gözdesi oldu. Bu arada 2005 yılının en çok konser veren bayan rock sanatçısı da yine Özlem Tekin oldu.
2006 yılının başlarında Cem Yılmaz ile önce adının çıktığı aşk dedikoları sonradan anlaşıldı ki, yeni bir projenin habercisiydi. 2006 Ekimde vizyona girecek ve yönetmenliğini Cem Yılmaz’ın üstleneceği Hokkabaz isimli filmde başrolleri Özlem Tekin, Mazhar Alanson ve Cem Yılmaz’ın paylaşacağı duyuruldu…
.::Şebnem Ferah::.
12 Nisan 1972 yilinda Yalova'da dogdu. Kirmizi elbiseler giyerek mahallede sarkilar söyleyen Sebnem Ferah'in müzige olan ilgisi küçük yaslarda baslamis. Sebnem'in müzikle tanismasinda ailesinin çok büyük rolü olmus. Ilk okulda enstrüman ve solfej dersleri almaya baslamis. Sebnem'in ailesinde hemen hemen herkes müzikle içiçe ve evin her kösesinde enstrüman oldugu için müzik konusunda bilgili ve hazir olarak atilmis piyasaya.
Ilk okul yillarinda mandolin kursu alan Sebnem okul orkestrasinda da solistlik yapmis ve bugüne dek hayatini müzikle bagdastirmis. Liseyi Bursa Gemlik'te "Özel Namik Sözeri Lisesinde" yatili bir ögrenci olarak okumus ve bu dönemler Sebnem'in kendisini tanimasina, tek basina ayakta kalmasina yardimci olmus.
Sebnem'in okul orkestralarinda baslayan bu serüveni daha sonra küçük topluluklarla devam etmis. Lise zamanlarinda"Pegasus"adli grubuyla beraber çalisan ama kafasinda bir kiz grubu hayali olan Sebnem, 80'lerin ortasinda Bursa'da açilan bir stüdyo sayesinde Sedat abisiyle tanismis ve buhayalini 1988 yilinda kurdugu "Volvox" grubuyla gerçeklestirmistir. Müzik ugruna "Odtü Ekonomi" Bölümünü 2. siniftan terk etmis ve daha sonra Istanbul'a gelince "Istanbul Üniversitesi Ingiliz Dili Ve Edebiyati" bölümüne kaydolmus.
1994 yilinda "Volvox" grubunun dagilmasi sonucu Sebnem Ferah bireysel çalismalarina baslamis. Rahmetli sanatçimiz Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun kesfi sonucu Underground ortamdan daha Ferah bir ortama kavusmus.
Daha sonra "15 Kasim 1996 Cumartesi" günü "KADIN" adli ilk solo albümünü çikardi. Ilk videosunu "Vazgeçtim Dünyadan" adli parçasina çeken Sebnem, Rock müzik piyasasini yeni bir döneme soktu. Çikisiyla büyük bir sansasyon yaratti. Gerek kaset satislari gerekse video klibiyle uzun süre listelerde bir numara olarak boy gösterdi. Daha sonralari "Yagmurlar", "Bu Ask Fazla Sana" ve "Firtina" adli sarkilarina klip çekti. Ilk konserini "04 Nisan 1997" de "Izmir Ege Üniversitesi" nde verdi ve büyük bir kalabaliga yaklasik 6000 kisiye unutulmayacak dakikalar yasatti. Izmir'deki konserin ardindan Türkiye'nin çesitli yerlerinde konserlerine devam etti ve bu konserlerin yani sira düzenli bar programlari da yapti.
Tabii ki Sebnem`in yasadigi çok büyük acilar da oldu. 1998 yilinda Ablasi Aycan Ferah`i yitirdi. Üzüntülü bir dönemin ardindan 2.5 yillik bir aradan sonra "24 Haziran 1999 Persembe Günü" ikinci albümünün ilk klibi "Bugün" müzik kanallarinda boy göstermeye basladi ve tarih "30 Haziran 1999 Çarsamba" yi gösterdigi zaman "Artik Kisa Cümleler Kuruyorum" adli ikinci albümünü yine sansasyonlu bir sekilde bizlere sundu. Ilk albümünde oldugu gibi ikinci albümünde de Iskender Paydas ve Pentagram ekibiyle çalisan Sebnem yine herkesi üzerine yogunlastirdi. Çok samimi sözlerin üzerine sarilmis etkileyici melodiler yine hafizamiza kazinacak ve aklimizdan asla silinmeyeceklerdi. Albümün ikinci videosu "Artik Kisa Cümleler Kuruyorum" sarkisina geldi, klibin yönetmenligini Hakan Yonat yapti. Ikinci albümün ardindan yine araya uzun bir stüdyo dönemi girdi.
Bu arada acilar Sebnem`in pesini birakmadi. 1999 yilinda meydana gelen 17 Agustos depreminde Babasi Ali Ferah`i yitirdi. Acilarini hafifletmek ve yeni sarkilar üretmek için müzige daha da siki sarilmayi tercih etti. Böylece "03 Ekim 2001" tarihinde "Perdeler" adli üçüncü albümü yayinlandi ve yine büyük begeni topladi. Bu sefer ki albümde Sebnem, Iskender Paydas ve Pentagram üyeleriyle degil de sahnede birlikte çaldigi müzisyenlerle çalismisti. Bu albümden ilk video, albümle ayni adi tasiyan "Perdeler" sarkisina çekildi. Klip, Türkiye standartlarinin çok disinda ve oldukça güzel görüntüler barindiriyordu. Bu klipten kisa bir süre sonra "Sigara" sarkisi da, renkli camda boy göstermeye basladi.
Iki yil aradan sonra, tarih "12 Mayis 2003 Pazartesi" yi gösterdiginde, yeni albümünün ilk videosu "Ben Sarkimi Söylerken" müzik kanallarinda dönmeye basladi. "15 Mayis 2003 Persembe Günü" "Kelimeler Yetse" adli muhtesem bir albümle Sebnem tekrar aramiza dönmüs oldu. Ilk klibiyle kendinden oldukça söz ettirmeyi ve yine yeniden gündeme oturmayi basardi. Röportajlar, Tv programlari derken kendini yogun bir temponun içinde bulan Sebnem, bu yogun temponun arasinda Gözlerimin Etrafindaki Çizgiler ve Mayin Tarlasi’na da klip çekti ve yeni albüm çalismalarina baslayana dek Türkiye'nin bir çok sehrinde konserler verdi...
Sessiz sedasiz geçen bir yilin ardindan, “5 Temmuz 2005 Sali günü” bu defa Tarkan Gözübüyük prodüktörlügünde 5. albümü “Can Kiriklari”ni yayinlayarak yeniden piyasaya damgasini vuran Sebnem Ferah, ilk klibini de albümle ayni ismi tasiyan sarkisi “Can Kiriklari”na çekti. Son albümlerine oranla sert sounduyla dikkat çeken albümünün, 29 Temmuz 2005 günü Parkorman’da gerçeklesen gala konseriyle yeniden dinleyicilerine kavusan Sebnem’in yeni albüm konserleri de bu sayede baslamis oldu. Çok geçmeden “Çakil Taslari”na ikinci video klip geldi. Katildigi programlarda birçok klip ve konser müjdesi veren Sebnem’in, konser maratonu halen devam etmekte...
Albümlerinin dışında da Şebnem Ferah'ı pek çok farklı çalışmada görmemiz mümkün. Kimi şarkıcıya geri vokalleriyle , kimisiyle düet yaparak onlara eşlik etmiştir. Bunun yanı sıra bir çok sanatçıyla beraber yardım konserleri vererek pek çok faaliyette bulunmuştur..
Geri vokal yaptığı sanatçılar Sezen Aksu , Sertab Erener , Levent Yüksel , Nilüfer , Demir Demirkan , Tüzmen , Yaşar Gaga , Ajda Pekkan , Özlem Tekin , Tarkan , Çelik , Teoman , Haluk Levent . Düet yaptığı sanatçılar Müzeyyen Senar (Sarı Kurdelem Sarı) , Polad Bülbüloğlu (Gel Ey Seher) , Kargo (Kalamış Parkı) , Teoman (iki yabancı).
Ayrıca Bülent Ortaçgil'e saygı albümünde bir Bülent Ortaçgil klasiği olan ' Değirmenler ' şarkısını da yorumlamıştır.
Bu çalışmaların dışında ' Little Mermaid ' (Küçük Denizkızı) adlı çizgi filmde seslendirme yapmış ve soundtrackinde bulunan ' O Dünyada ' isimli şarkıyı seslendirmiştir. Toprak Sergen Ve Aydan Şener'in Oynadığı bir filmde ise , söz ve müziği Demir Demirkan'a ait olan ' Ay Işığında Saklıdır ' adlı şarkıyı seslendirmiştir.
Bunun yanı sıra reklam jingle'larıyla da karşımıza çıkmıştır. Akbank reklamı , Tat Ketçap , Pepsi ve son olarak Fanta reklamıyla hem göze hemde kulağa hitap etmeyi başarmıştır. Kısacası Şebnem varolduğu günden bu yana bir çok eşsiz başarıya imza atmıştır. Kendi ruhunun müziğini bulup , seçtiği yolda emin ve sağlam adımlarla yürümeyi başaran , içi doldurulmuş boş şarkıları değil hayatın gerçeklerini yansıtan şarkılarını , eşsiz sesini bizlere sunan ve en önemlisi dinleyenlerine Yüreğinin Tümünü açmaktan çekinmeyen , daima Samimi Duygularını paylaşan Gerçek Müzisyen Şebnem Ferah'a binlerce teşekkürler.
Diğer İnsanları Bilmiyoruz Ama Biz Büyüyoruz Seninle , Şarkılarınla , Müziğinle....
.::Rock Müzik Tarihçesi::..
Başlangıçta Blues Vardı...
1800'lerin sonunda Afrika'dan kopartılarak, başka kıtalara köle olarak getirilen topluluklar, bundan sonraki yaşamlarının devamında bir de kökenleri etnik öğelere dayanan müzik türü oluşturdu."Blues" adı verilen bu müzik geniş bir zenci kitlesi tarafından üretilip yorumlanmaya başladı. temelde rock müziğinin alt yapısı gibi davul, bass gitar ve gitardan oluşan tapıya sahipken, sound daha elastik, daha anlaşılır ve temizdi.Sözlerde ise genelde bir tanrıya yakarış ve kabulleniş söz konusuydu.Zaman içerisinde zencilerin hakim olduğu bu müziğe beyazlar da yöneldi;ama hiçbir zaman bir zenci blues sanatçısı kadar başarılı olamadılar.
Beyaz insanların "Blues"la buluşması ve onların esarette olmayan yaşamsal rahatlığı,müziği farklı formlara sürüklemeye başladı.Daha çok beyaz insanın yaptığı ve daha neşeli, hareketli bir sounda sahip olan Rock'n Roll ile Blues'un eşleşmesiyle karşımıza hala çok kişi tarafından kabul gören "Rhythm&Blues"u çıkardı. tüm bu dönemlere baktığımızda Blues'dan Rock'n Roll'a;Rock'n Roll'dan Rhythm&Blues'a albümleri hala çok kişi tarafından alıcı bulan John Mayall, B.B. King, Chuck Berry, Bill Haley, Jerry Lee Lewis, Bo Diddey, Muddy Waters gibi efsane sanatçılar karşımıza çıkmakta.
Bu dönemin peşinden ortaya çıkan bir müzikal oluşum vardı ki Pop'un yumuşak ve ticari yapısından uzak, Blues'un yakarışlarından farklı bir sounddu."Hard Rock" denilen bu müzikal yapı 60'lı yıllarda büyük bir kabul gördü.Cream, Mc5 gibi çok ünlü gruplar ortaya çıktı.
Bu dönemde sıra dışı ve tepkici gençlik, muhafazakar kiliseler ve kilise üyeleri tarafından dışlandı.Kilise tarafından rock müzik aforoz edildi.Bu aforoz ve lanetleme daha sonra rock'ın türevi olan "Heavy Metal"'in şeytan müziği olarak sıfatlanmasına neden olacaktı.Standart bir tapı isteyenler bu gençliğin sıra dışı olmasını istemiyor ve onları toplumdan soyutluyordu.İşte metal ve rock'ın şeytani olduğunun vurgulanması da böylece ortaya çıktı
1960lı Yıllarda Rock Müziğin Gelişimi..
60lı ve 70li Yıllarda Dünyanın Durumu
Savaş sonrası dönemde "Süpergüç" kullanılan Vietnam'daki hataları ve diğer devlet çöküşlerini görüyoruz.Tüm dünyada uluslar aniden "Vatandaşlar" olarak yardımlaşma sorunu ile karşılaştılar;çevrelerindeki canlıları reddetmeye başladılar.60'lar ve 70'lerin başı biterken barış ve umut kıpırtıları bile derhal taklit içinde çamurlandı ve öldü.Onun yokluğunda ideolojik yapısı olmayan bir teknoloji ile "Futurizm" geldi ve ne kadar asi olduğuna bakmaksızın her şeyi kendi ticari sistemine uyduran bir hal aldı ve bu uydurulmuşluğu sistem haline getirdi.Bu futurizm 80'lere gelindiğinde yabancılaşmanın bir dert olmadığı ama sistemin bir şartı olduğunu ortaya serdi.60'ların çocukları;dünyanın algılarını şekillendirdiğini gördüler ve lsd, ideoloji ve göreneksel makinaların yaygın hatalarının katliamında parçalandılar.Sonuçta onların yabancılaşması, yeni değerler yaratılmasından çok eski değerlerin takibinin bir kritiği formunu aldı.Onların hareketli toplumla karşılaştıkça ve yaşlanan yapışıklıklar çözüldükçe 60'ların reformcu yapısı zamanın futuristliği içinde hoş bir ilericilik aldanması haline geldi.Bunlar da o günlerdeki her şey gibi ya iflas etti yada daha en başta düşünce bazında çürüdü.Bir çöpçünün leşe gelmesi gibi 1980'ler ticari ihtirasın parlak kıyımı içinde yuvarlandı ve bu da bir inkar dalgasına ve yeni korkulara yol açtı: ilaçlar, teknolojik savaş, hastalıklar. Ticari sosyal doktrin homurtulu nevrozun altında ümitsiz korkulu bir dönem ortaya çıktı. tüm sosyal çabaların baştan yanlışlığının fark edilmesi şiddetli ahlak seferlerini yarattı.
60'lı Yıllarda Rock Müzik: "Çiçek Çocuklar Dönemi"
Rock müzik ilk ortaya çıktığında bir sürü tür ve stilin nahoş bir karışımı idi ve olgunlaşması uzun zaman aldı.Rock’n Roll terimi ilk kez Alan Freed isimli Cleveland’lı bir Dj tarafından,The Dominoes grubunun “Sixty Minute Man” adlı şarkısında geçen “My baby rocks me with a steady roll” sözlerinin etkisiyle 1951’de kullanılmıştır.Rock and Roll’un uzun tarihine bakacak olursak günümüzde Rock müzik olarak tanımladığımız müziğin oldukça geniş bir müzik yelpazesinin sentezi olduğunu görürüz.Günümüzde de bu sentez devam etmekte ve Rock müzik günden güne değişmektedir.Jerry Lewis,Chuck Berry,Buddy Holly ve elbette Elvis Presley gibi isimler Amerika’da Rock müziğin gelişiminde büyük katkılarda bulunmuştur.Esasen asi bir müzik olan Rock müziğe bu asiliği getiren ilk isimler de bunlardır.Müzik geliştikçe stil ve teknik kadar imaj da girmeye başlamıştır.Yukarıda bahsettiğimiz türlerin karışımı olan Rock müziği bildiğimiz haline getiren adam Los Angeles’lı bir prodüktör olan Phil Spector oldu.Spector,gençlik enerjisi ile beslenen öfke ve asiliği alıp The Crystals,The Shangri-Las,The Ronettes gibi sıradan grupları dönemin büyük isimlerine dönüştürdü.Ike ve Tina Turner,The Rolling Stones,John Lennon,The Ramones gibi isimleri de yaratan adam oldu.Stones,Rock müzik tarihinde bir grup elemanı veya bir müzisyen olmadığı halde en ünlü olan işidir.Spector’ın en iyi olduğu iş neyin ne zaman yapılması gerektiğini bilmesiydi.Bu yüzden West Coast modası başladığı sıralarda Jan&Ben ve The Beach Boys gibi grupları yarattı-ki bunları müzik tarihinin ilk boy band’leri olarak tanımlayabiliriz.Okuldan çıkıp sarartılmış saçlarını dağıtarak kocaman sörf tahtalarına atlayan ve okyanus kıyısına kışan gençler sayesinde bu tür müzik uzun süre listelerde kaldı.Del-Tones’un sörf marşı “Miserlou”yu,Pulp Fiction filminden ve Zeki Müren’in “Mısırlı” versiyonundan hatırlayabilirsiniz.West Coast müzik türü için her şey iyi giderken yeni bir akım şekillenmeye başladı.Bu akım içinde kız grupları da tutunmaya çalıştı ama sörf kültürü içinde kızlarının yerinin kıyıda oturmak olmasından dolayı bu fikrin ömrü epey kısalmış oldu.Bu sıralarda oluşan en büyük darbe İngilizlerden geldi.İngilizler o zamana kadar ki bütün gruplardan daha gürültülü ve sert söylüyorlardı şarkılarını.Bu da onları büyük yapan neden oldu.1964’te bu istilayı başlatan en büyük grup tabii ki The Beatles oldu.The Beatles,Kuzey Amerika’ya ayak basar basmaz sansasyonların ardı arkası kesilmiyordu.Albümleri haricinde yan ürünleri de satılan ilk ünlü grup olmuşlardı.Bir müzik türünü etkiledikleri kadar insanların dış görünüşlerini de etkileyen The Beatles’ın rock müzik tarihinin en iyi grubu olması artık şaşırtıcı gelmemeli.Kaküllü saçları ve fermuarlı botlarıyla dönemin hayat akımı haline gelen The Beatles’dan hemen sonra The Kinks ve The Rolling Stones da ciddi sayıda fanatik dinleyici sahibi oldular.The Beatles’ın müziği zaman içinde yavaş yavaş değişime uğradı.Bu müzikteki esas değişim 1967’de gerçekleşti,hippi şuuru dalga dalga yayılıyordu.The Rolling Stones’da 1960’dan itibaren soundunu devamlı değiştirdi.Hatta değiştirmedikleri tek şeyin müziklerindeki sertlik olduğunu söyleyebilirim.1960’lı yılların sonuna doğru bir San Francisco akımı ortaya çıktı,en gözde gruplar San Francisco’dan Amerika’ya yayılıyordu.Janis Joplin,Jefferson Airplane,The Greatful Dead gibi gruplar San Francisco’yu sallarken,daha güneylerde Los Angeles’da The Doors fırtınası fena halde esmeye başladı.Rock müzik tarihi adına tüm zamanların gördüğü “Janis Joplin’in Rock müziği bir erkek oyunu olmaktan çıkardığı için bütün kadınlarca alkışlandığı,müziğin yaşamı ve bütün dünyayı değiştirebileceğine inanıldığı günlerdi.” Özellikle John Lennon'ın evlenmesinden sonra The Beatles'la arasının açıldığı bilinen bir gerçektir.Yine de bugün bilinen en iyi eserlerinin de bu dönemde verilmiş olması da ilginçtir.
1970li Yıllarda Rock Müziğin Gelişimi..
1960’lardan 1970’lere girildiğinde müzik grupları da “süper gruplar” haline gelmeye başlamıştı.Gruplar daha kapsamlı turnelere çıkıp stadyumları dolduruyor,görkemli şovları ile her konseri daha törensel bir atmosfere çeviriyorlardı.
1960’larda kurulan Jethro Tull,The Moody Blues ve Pink Floyd gibi İngiliz gruplar,süper starlar haline geldiler.Black Sabbath gibi gruplar rock müziği sevimli hippi kültüründen uzaklaştırıp daha karanlık ve mistik temalar üzerine oturtarak bugün “Metal müzik” olarak bildiğimiz Rock türevini oluşturdular.Kuzey Amerika’da ise daha değişik bir tarz popüler olmaya başlamıştı.Geleneksel country müziğini rock ile karıştıran bu tarzın öncüleri Stills and Nash,Lynyrd Skynyrd,Creedence Clearwater Revival ve The Eagles idi.Bunlar diğer grupların aksine her şeyin akustik olmasından yana bir tavır içine girdiler.Rock cephesinde bunlar olup biterken İngiltere’de glam demlenmeye,Amerika’da da disco müziği patlamaya hazırlanıyordu.İngiltere’deki glam rock’ın (ya da glitter rock-icracıların gözlerine yaptıkları parıltılı makyajdan alıyordu ismini) ilk temsilcisi,katıldığı televizyon programlarındaki şovlarıyla fırtınalar estiren T-Rex’den Marc Bolan’dı.O günlerde Marc Bolan’ın gölgesinde kalan ancak günümüzde herkesin yakından tanıdığı David Bowie ‘de Marc’la çalışıyordu.Glam rock’ın felsefesi,esas olanın müzikte mesaj vermek değil tamamen dış görünüş olduğu yolundaydı.
1970’li yılların sonları The New York Dolls,Alice Cooper,KISS ve hatta Aerosmith’in altın yılları oldu.Derken Rock müziği sarsacak bir gelişme daha oldu.Ortaya New York Punk diye bir akım çıktı.The Ramones ve Blondie,İngiltere’de de The Clash ve The Sex Pistols ortalığı oldukça karıştırdılar.1960’lardaki garage gruplarına benzemiyorlardı.Onlar da 1960’lardaki öncüleri The Trashmen ya da The Sonics gibi çip Rock müzik yapmalarına rağmen müzikleri kulak tırmalayan üç akoru tekrar tekrar çalıp bağırmaktan ibaret değildi.Onların müzikleri Punk'ın temelini oluşturdu ve Rock müzik tarihinde en yıkılmaz türün oluşmasında öncülük ettiler.Çünkü gerçekten günümüze baktığımızda trend müzik olmasa da Punk'ın her dönemde var olduğunu söylemek mümkün.Tabii bu bahsi geçen grupların Punk'ın felsefesini değil müziğini oluşturduğunu da belirtmek istiyorum.Punk'ın felsefesinin ise ilk olarak Çiçek Çocuklar Dönemi'nde Hippilerden geldiği de bilinen bir gerçektir.Buna rağmen Hippi müziğinin günümüze kadar ulaşan Punk'ın ana temalarını içerdiğini de söylemek mümkün değildir.The Sex Pistols özellikle rock tarihindeki tüm punk gruplarını etkilemiştir.Özellikle Sid Vicious,Nirvana'ya kadar tüm grupların idolü olmuş,sadece müziği değil yaşam tarzıyla da Punk benzeri akımların gelişmesinde etkili olmuştur.
Heavy Metal Doğuyor...
Heavy Metal,Black Sabbath ile başladı.Bu blues topluluğu,modern yaşamın dehşetini vurgulamak için "Heavy Rock"a yöneldi.Aynı dönemde çıkan Led Zeppelin, blues-rock bir yapıya sahipken her iki grup proto-metal'in mimarları sayıldı.Bu 60'lı yıllarda ortaya çıkan hard rock soundunun daha sert ve daha kompleks yapılara bürünmüş haliydi.
1980li Yıllarda Rock Müziğin Gelişimi..
1983-1988 Arası Dünyanın Durumu ve Genel İdeoloji
O döneme tarihsel açıdan bakıldığında, soğuk savaş zirveye ulaşmış ve yatışmıştı.Ancak bu temelleri yeniden oynattı ve güç el değiştirdi.Dünyanın yeni nesilleri sonuçsuz yıllara ve belirsiz politik ikonlara alıştı.Toplumdan geri çekildiler fakat bu protesto, değerlerinin uygulanışına olmaktan ziyade değer olmayışınaydı.İnsan davranışının ve medeniyetinin gizli yönleri toplumun ilgili üyelerince tartışıldı.Ancak dışarıda uyku devam ediyordu ve çürüyen dünyada "inkar" önem kazandıkça durum kötüleşiyordu.80'lerde iş, gelecek, emeklilik planları ve yabancı savaşların krallığında uygunluk arayan bir tüketici toplumu hakimdi.Yeni teknoloji, yaşamı kolaylaştırdıkça banel hale geldi ve dahası pek çok insanı makinalaştırdı.Sonuç olarak muhalefet doktrinlerde rasyonalistti ve büyük bir makinayı programlamışcasına katıca hesaplanmıştı.Tüm ideolojilerde şiddet ve saldırganlık hakimdi. Dünyada ilişkiler gerginleşti ve yaklaşan ölümünü oluşturmak üzere noktadan koptu. Toplumun resmi ideolojisi "ideolojisizlik" oldu. zıt fikirlerin farkı, bu değer boşluğunu kapatmak için kucaklaştı.
1983-1988 Arası Rock Müziğin ve Heavy Metal'in Gelişimi
1980’lerde sönen "Punk" balonu,2000’li yıllara geldiğimizde tekrar piyasaya düşecek ve garage punk grupları rock’ın yeni kurtarıcısı ilan edileceklerdi.Yine de Punk'ın felsefe olarak Rock müziğini daha isyankar ve asosyal bir seviyeye taşıdığını da söylemek gerekir.Punk türünün ortaya çıkmasıyla birlikte hali hazırdaki tüm Rock türevi müzikler ve müzisyenler "Normal" insanlarca aynı kategoriye konulmaya başlandı.Belki de Rock müzik tarihinde sınıflandırmanın ilk olarak çıktığı zamanlar 1970'li yıllardır.Rocker'ların sosyal hayattan dışlanmaya başladığı veya kendilerinin yoğun olarak uzaklaştıkları ilk yıllar da yine bu yıllardır.1980’li yıllar Metal müziğin gelişimi için de oldukça önemli yıllardı.
Bu dönemnin birkaç yıl gerisinde oluşan bir İngiliz istilası başladı. Black Sabbath, Jethro Tull, Budgie, Judas Priest, Motörhead, Def Leppard ve Ufo gibi gruplarla başlayan dönem Iron maiden, Saxon, Venom, Angel Witch, Samson, Tygers Of Pantang, Raven gibi bir çok grupla devam etti.Bu dönem dünyada birçok insanı etkisi altına aldı ve bu döneme "New Wave Of British Heavy Metal" denildi.Bu tarzda çift gitar uyumu, anlaşılır melodik yapı, düz ama agresif vokal yorumları, gizemli dünyadan politik eleştirilere kadar uzanan konularla birleştirildi.Öyle bir dönemdi ki, Spider ve Samson'un Heavy Rock'undan Warface'in Death-Black metaline kadar bir köprü kuruyordu.
Peşinden "Speed Metal"in geleneksel ton yapısı nihilistik, kromatik bir hal aldı.Böylece o dönemde yine ortalıkta olan punk rock'tan doğan bir sentezle "Death Metal"e uzanıldı.Slayer'in çıkışıyla modern metal oluştu ve hemen ardından birçok grup (kromatik, progresive, acemi ve hızlı, ambrent riflerle) "Death Metal"i kişiselleştirdi.Bu dönemde punk'ın hızını ödünç alan bir tür de ortaya çıktı ve bu türün adı da "Thrash Metal"di ve gerçekten kırbaçlarcasınaydı.Müzikal yapıda twin-pedal bir zorunluluk haline geldi ama dürt nala giden bir at gibi kullanılmalıydı.Çoğunlukla da kullanılan davulun üst kısmıydı (altolar).İyi bir gitaristin görevi de müziği kısa lead gitar partisyonlarıyla ve doğru zamanda sololarla renklendirmekti.Thrash Metal'in kötü özelliği ise kısır bir yapıya sahip olmasıydı.Bundan dolayı çok grup müziklerine klasik yapının (davul-gitar ve bass gitar) yanısıra değişik "Power Metal" unsurlarını da kattılar. Bunlar, vokaldeki çığlık yorumları, klavyeler gibi şeylerdi. Diğer bir müzikal yöneliş ise tüm bu eklemeleri reddedenlerdi ki onlarda da değişim vokal yorumunda ağırlıklı oldu. anlaşılır ama agresif thrash vokalinden, zor anlaşılan brutal bir vokal yorumuna yönelindi.Birçok müzik dinleyicisi bunu kabullendi ve "Death Metal" ortaya çıktı.
Thrash ve Death Metal'de konular genellikle gelişen modern toplumun teknolojik zararları, yani nükleer tehlike, politik yaşamdaki olumsuzluklardı.Bu nükleer zararların eleştirilmesiyle karşımıza onu temsil eden iskelet, kurukafa, eriyen suratlar gibi sürrealist figürleri de çıkardı.Bunlar zaman içerisinde t-shirt'leri süsledi. Burada vurgulanmak istenen nükleer tehlike ile yok olmak istenmemesiydi.O yüzden iskelet figürleri bir başkaldırıyı temsil etti.
Tabii bunlar zamanla albüm kapakları olarak karşımıza çıktı ve bu müziğe alışamayan toplumlarda anlaşılamamaktan dolayı tepki aldı. mesela "Megadeth" parçalarında politika, nazi katliyamlarına olan tepki ve nükleer tehlikeyi ele aldı.Zaten grubun isminin anlamı da, bir nükleer patlamadan sonra ortaya çıkan ölü sayısı veya dünyayı yok eden nükleer patlamada kişi başına düşen nükleer etkiyi simgeliyordu.
Diğer taraftan 1980 yılında John Lennon’ın ölmesi Rock müzik tarihinde bir dönemin sonu olarak bilinmekteydi.Zaten son zamanlarında eskisi kadar popüler olmayan The Beatles efsanesi de son bulmuş oluyordu.Bundan sonra The Beatles'ın elemanları bireysel çalışmalarıyla gündemde olacaklardı.80’ler Alan Parker’ın yönettiği “Fame” filmiyle açılmıştı ve bu filmin müziği de oldukça ünlenmişti.1980’lerin gördüğü ilk büyük müzik “Boogie Rock” tı.Blues’un biraz sulandırılmış bir hali gibi görünen Boogie Rock’ı icra edenler,Cream,Led Zeppelin gibi baba grupların yaptıklarının aksine,enstrümantal doğaçlama gibi şeylere kafa yormadan eğlenceli,hareketli ve ritme önem veren bir müzik yapıyorlardı.The Doobie Brothers,ZZ Top,Status Quo(ki In The Army Now şarkısıyla oldukça ünlenmiştir),Wet Willie gibi grupların bir özelliği de bütün müziklerini 4/4’lük ritim ölçülerinde icra etmeleriydi.1980’lerin başka bir trendi,1979’da başladığını söyleyebileceğimiz gothic müzik oldu.Ucu David Bowie,The Doors ve Velvet Underground’a kadar giden gothic müzik,1980’lerde punk’ın popüleritesini yitirmesiyle bir hayat akımı haline geldi.İnsanların dış görünüşleri yine değişiyordu.Joy Division,Siouxsie and the Banshees,Bauhaus,UK Decay,The Cure ilk temsilcilerdi.Bu grupların arasında en goth’unun Bauhaus olduğunu söyleyebiliriz.New Wave ile Gothic’in sentezi de bir çok grupta görüldü.New Wave,Pun’un devamı olarak nitelendirilen bir müzikti.Punk müzik 1980’lerde birkaç dala ayrıldı.Gothic’i anlattık."Post-punk" olarak nitelendirilen müzik punk’tan daha zorlayıcı ve sanatsaldı.New Wave ise daha sonraları Pop Müzik olacaktı.New Wave,enerjisini Punk’tan alıyordu ancak elektronik öğelerin artmasıyla bambaşka bir müzik türüne dönüştü.Sınırlarda gezmeyi seven Elvis Costello ve The Pretenders ile The Police,Madness,The Specials da bu müziği icra ediyorlardı.New Wave belki de dünya müzik tarihinde en fazla tek-hitlik grup çıkaran müzik türüdür.Bu nedenle bu müzik türünü icra edenlerin isimlerini bir bir saymamız imkansız.
1980’lerin ortalarında hard rock’ın bir türevi olan Hair Metal hüküm sürüyordu.Bu müzik türü,görünümü çekici fakat içi kof,pop yönlendirmeli hard rock gruplarını ifade ediyordu.Gürültülü ancak anlattıkları bakımından ipe sapa gelmez aşk şarkılarının grupları,özellikle MTV’nin de gazıyla çoğalmışlardı.Zaten MTV’nin ara gazıyla ortaya çıkan ilk müzik türü de budur.Yanar döner kıyafetleri,file atletleri,ağır makyajları,üç beden küçük jeanleri ve tabii ki kabarık,permalı,uzun saçları ile Cindirella,Warrant,Poison,Bon Jovi,Def Leppard,Whitesnake,Mr Big ve Skid Row’dan bahsediyoruz tabii ki.Yine de bu gruplardan bazıları kendilerini kurtararak günümüzün saygı duyulan pop ve rock grupları haline geldiler.
1990lı Yıllarda Rock Müziğin Gelişimi..
1990lı Yıllarda Dünyanın Durumu ve Genel İdeoloji
Soğuk savaş sonrası sebatsızlık ve sosyal sıkıntılar nihilistik ve hatta tek kullanımlık bir toplum yarattı.Çocuklar hayatlarını değersiz saydılar ve anlamsız emek milyonların vaktini alırken, tapınma intiharları gerçekleşti.Müzik yarı gönüllülükle uygunsuz ideallere tam kölelik arasında sürüklenip durdu. toplumun yaşandıkça 80'lerin cahil ticari şehvetini kaybetti ve kendi estetikten yoksunluğundan habersiz 70'lerin optimizmini geri canlandırmaya kalkıştı.Duygusal nihilizm ön plana çıktı ve öfkeli ruhlar yaşamak için bir sebep ya da ölümün anlamını bulmaya çalıştı.
1990lı Yıllarda Rock Müziğin Gelişimi
1990’lı yıllar Rock müziğin diğer bütün müzik türlerinden daha ön planda ve daha trend olduğu yıllar olarak müzik tarihine geçmiştir.Özellikle "Grunge" akımı punk müziğin aslında ölmediğini sadece bir uykuda olduğunu gösteren en büyük ve en gerçek delildir. 1990’ların başında kot pantolonlar kendiliğinden yırtılmış satılmıyor, hakikaten eskiyor, saçlar yüzün önüne atılmak için özellikle uzatılmıyor, boşvermişlikten uzuyor ve bir bıkkınlık, bir umursamazlık dalgası Seattle’da adamakıllı hakimiyet kuruyordu. İş güç sahibi olamamış, tutunamamış, ve evet, ‘kaybeden’ birtakım adamlar garajlarında gitar tınkırdatırken, müzikal özlerini 70’lerin heavy metal’inden, felsefesini ise punk’dan ve 1980’ler Amerikan hardcore’undan alan yılgın bir müzik türü yarattılar. Bu grupların ilk örnekleri olan Green River, Mudhoney ve Soundgarden, bazen dinlenebilme sınırlarını zorlayan kabilinden gürültülüydüler.İkinci ve en büyük dalga ise Nirvana’yla başlıyor.Nirvana’nın müziği o zamana kadar görülmemiş bir sadelik ve bir o kadar da derin duygular taşıyordu.Seattle’dan başlayarak bütün Amerika’ya ve hatta tüm dünyaya kadar uzanan bu müthiş müzik yolculuğu binlerce depresif ve duyarlı dinleyiciyle buluşuyordu.Günümüzün nu-punk’ından farkı ise o zamanlar müzisyenler günümüzde olduğu gibi zengin bir hayat yaşayıp “acıların çocuğuyum” tavrı takınmamalarıydı.Onlar gerçekten yokluğun ve hüznün içinden doğup dünyaya açılmışlardı.Nirvana’nın da bu kadar ünlü olmasının yegane sebebi buydu.Bu dönemde binlerce Grunge grubu kuruldu ancak Ozzy Ozbourne’un deyişiyle “Seattle Böceği” olan bu müziği icra edenlerin en iyileri Nirvana,Soundgarden,Alice in Chains,Stone Temple Pilots ve Pearl Jam olarak akılda kaldı.Nirvana’nın 1991 yılında çıkardığı Nevermind albümü bu türün en iyi albümü olarak sayılmış,bu albümün hit parçası Smells Like Teen Spirit de yüzyılın en iyi parçası seçilmiştir,MTV tarafından.Dönemin insanlarının görünüşü de Grunge kültürüyle özdeşleşiyordu.Eskiyerek yırtılan pantalonlar,miskinlikten uzatılan ve öyle bırakılan saçlar en fazla görülen insan manzaralarındandı.MTV’nin parmağını bu müzik türüne de sokması Grunge’ı bir trend haline sokarak onun yok olmasında en büyük pay sahibi oldu.Kurt Cobain, bu popülerliği ve trend olmayı aktarmaya çalıştığı duygulara ters buldu ve aramızdan ayrıldı (Yine de şaibeli bir ölüm olduğunu da söylemem gerek) Grunge müzik bana göre Kurt Cobain’le birlikte öldü.Yine de Grunge akımı ölmedi.Hala yaşıyor.Özellikle Ex-Nirvana üyeleri olan David Grohl’un kurduğu Foo Fighters grubu grunge akımına bağlı kalarak half-punk bir anlayışla yollarına devam ediyorlar.MTV,parmağını sokup mahfettiği bu müzik türünü Kurt Cobain’in gün yüzüne çıkmamış kayıtlarıyla canlandırmaya çalışsa da bir işe yaramadı.Grunge müziğin şimdilerde Puddle Of Mud gibi resmen Kurt Cobain ve Nirvana taklitçisi bir grup tarafından devam ettirildiği sanılıyor.
1990’lı yıllar tabii ki Grunge’la geçmedi.İngilizler de az sallamadı ortalığı.Bazılarının britpop dediği Oasis,Blur ve Suede ile başlamış gibi görülebilir ancak bu türün esin kaynağı olan gruplar The Beatles,The Kinks,Sex Pistols ve Pink Floyd gibi gruplardır.Britpop’un en önemli özelliği gitar müziği olmasıdır.1992 ile 1993 yılları arasında ortaya çıkan britpop Blur’un Popscene adlı singlelıyle gündeme geldi.Oasis ve Suede’nin ise belirgin özelliği daha sert ve daha anti-Amerikan olmalarıydı.
1990lı Yıllardan Günümüze Rock Müziğin Gelişimi..
1990'lı yıllarda Guns'n Roses gibi bazı gruplar rock'n roll ve yeni yeni ünlenen bir müzik türü olan metal müziği birleştirerek yeni türler ortaya çıkarmaya çalışmışlar.Bu gruplar haricinde Bon Jovi,eski alışkanlıklarını bırakıp yakışılılığını kullanmanın en iyi yolunun Rock müzik'e "aşk" kavramını katarak milyonlarca genç kızın gönlünü çalmakta bulmuş ve ününe ün katmıştır.Yine de bir Metal faktörü 80'li yıllardan edindiği potansiyel ve insanların farklı müzikler dinleme yolundaki eğilimlerini sisteme olan tepkiyle birleştirip önemli bir müzik türü haline gelmiştir.Özellikle 1980’lı yıllarda şekillenen ve oldukça ünlenen Metal Müzik’te özellikle Metallica’nın 1991 kaydı olan Black Albüm,Manowar’ın,Iron Maiden’ın,Sepultura’nın,Megadeth’in,Overkill’in ve daha bir çok grubun sayısız muhteşem albümü ve diğer grupların burada sayamayacağımız kadar çok albümleriyle Metal müziği de hatırı sayılacak bir dinleyici kitlesine ulaştırmıştı.Artık metal müzik punk müziğin yalnız bıraktığı asi ve öfke dolu gençliğin britpop gibi bu idealizme göre zayıf gruplar karşısında bir numaralı tercihi olmuştu.Ta ki MTV yine kolları sıvayana kadar.1990’lı yılların sonunda MTV yine bir atakla metal müziğe darbe niteliğinde bir çok aktivitede bulundu.Bunlardan birincisi Hip-hop’un oldukça ön plana çıkartılmasıydı.2000’li yıllara gelindiğinde Hip-hop bir numaralı trend haline geldi.Pop müzik de bu darbeden nasibini aldı ve eskiden pop müziğin bir yan dalı olan hip-hop’ın yan dalı artık pop müzik oldu.Günümüzde hala Eminem gibi gayet saçma ve basit müzikler yaparak zengin olan MTV yaratıkları boy göstermekte ve bu benim sinirimi oldukça bozmakta.MTV’nin metale vurduğu ikinci darbe ise nu-metal olarak isimlendirilen hip-hop’un metal müzikle kaynaşması şeklinde yorumlayabileceğimiz olaya izin vermesidir.Nu-metal grupları,metal müziğin herkesin aslında gözlerinin önünde olan ancak değer vermedikleri bu teknik ve felsefik soundunu hip-hop’la sentezlemeye çalışmış ve metal müziği de trend olma yolunda büyük tehlikeye sokmuştur.Yine de bu grupların suçu değil bu bana göre.Bu insanların beğenilerinin MTV'ye endeksli olarak değişip durmasıyla ilgili bir şey.1990 yılların bir uzantısı olarak günümüze kadar gelen Travis ve Coldplay gibi gruplar da akustik müziği baygınlık derecesine ulaştırmıştır.Bir de bunlarla mücadele etmemiz yetmezmiş gibi eski punk felsefesinden oldukça kopmuş school-boy imajıyla etrafta gezen Avril Lavigne,Sum 41 gibi modern punk grupları ve müzisyenleri de piyasayı ele geçirmiş durumda.Eskiden tepkisel ve mesaj vermeye yönelik olan her şey günümüzde eğlenmeye,günlük olayları anlatmaya yönelik.The White Stripes ve The Vines punk müzikte bunun en önemli kanıtı.Özellikle The Vines,ağabeyleri Puddle Of Mud kadar Nirvana özentisi olmayı bir kenara bırakın vokalistleri olacak şebek,Kurt Cobain’in sesini,görüntüsünü ve hatta müziğini hortlatmak için beyhude bir çaba içerisinde.Günümüzde Rock müzik en fazla alt dalı olan müzik konumunda ve trend olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor.Artık Rock müzik konserlerinde arabeskçiler ve hip-hopçılar da boy gösteriyor.Rock kisvesi altında pop yapanlar bile köşeyi dönüyor.Gerçi doğduğu günden bu yana mücadelesini hiç yılmadan sürdüren Metal müzik,günümüzde hala MTV’ye rağmen dünyada en fazla icracısı olan müzik türü olarak ayakta ancak günümüzün metal müziğinde de oldukça yenilikçi ve kararlı adımlar atılmakta.Örneğin Metallica’nın S&M albümünde bir senfoni orkestrasıyla muhteşem bir konser verip dinleyicilerinin sayısını oldukça azaltmasıyla attığı büyük adım gibi yine Metallica’nın bir hard-core grup elemanını bünyesine katması ve yeni bir tür müzik yaratmaya çalışması da bu yenilikçi tavırlardan.Metal müziğin derinine inersek de 1990 yıllarda ortaya çıkmış ve Metal müziğin en hüzünlü eserlerinin icra edildiği bir sonbahar müziği olan Doom Metal türü eski Gothic müziğin bir uzantısı olan Gothic Rock ve Gothic Metal’e oldukça yaklaşmış durumda.Gruplarda trend olan başka bir moda da “Kadın vokalistimiz olursa köşeyi döneriz” anlayışıdır.Bu anlayışla MTV fabrikasyonu bir Evanescence da Gothic müziğin trend olmasını sağlayarak Metal’e büyük bir kötülükte bulunmuştur bana göre.Değişimlerden bahsederken Thrash,Death ve Black Metal’den de bahsetmeden geçemeyeceğim.Thrash grupları özellikle Metallica’nın yenilikçi tavrı ve diğer Thrash Metal gruplarının gerek başka türlere kayması, gerekse de reklamlarıyla ilgili ciddi sorunları (diğer müzik türlerinin trend olması) bakımından diğer Metal türevlerine göre oldukça az sayıda olmalarına rağmen artık eski Thrash’den pek eserleri yok.Yine de bir Sepultura’yı burada hakkını vererek anmak gerekiyor.Adamlar müzik anlayışlarından bir santim sapmadan muhteşem albümlerle yollarına devam ediyorlar.Son günlerde Pantera,Slayer gibi grupların isimlerini pek duymasak da Megadeth gibi bir grup hala yoluna,değişmiş de olsa devam ediyor.Death Metal,zaten çok fazla olan gruplarıyla etkin durumda ancak bazı Death Metal grupları da bu müziğin özü olarak nitelendirilebilecek “Brutal Vokal” (böğürtü vokal diyebiliriz anlatmamız gerekirse) yerine Black Metal’e özgü “Scream Vokal” (çığırtı vokal diyebiliriz) kullanmaya başlamışlardır.Yine de bu müzik türlerinde teknik olarak gelişim oldukça fazladır.Özellikle eskiden ortalama bir virtiözisiteye sahip icracılar bile ortalıkta dolaşırken şimdi teknik olarak insanları etkilemeyen gruplar çuvallamaya mahkum kalıyorlar.Günümüzde Metal müzik dinleyicisinin sık düştüğü hatalardan biri olan “Bir müzikte gitar soloları ne kadar fazlaysa o müzik o kadar iyidir” görüşü Death ve Black Metal gruplarının işine yaramış ve bu grupları gitaristlerinin virtiöz olmalarını gerektirecek teknik önlemler almaya itmiştir.Black Sabbath’ın daha az olmak üzere Venom’un öncülüğünü ettiği Black Metal türü daha sonraları Venom’un müziğinden oldukça uzaklaşmış ve Metal müziğin en karanlık,en vahşi ve bir o kadar da felsefik yanını oluşturmuştur.Çoğunlukla konularını şeytan,pagan efsaneleri ve korku öğelerinden alan Black Metal,gruplarının sıra dışı şovları ve sahne performanslarıyla da 1990’lı yıllardan itibaren adından oldukça söz ettirmiştir.Bu müzik türünün öncüleri arasında Mayhem,Burzum,Deicide,Marduk,Emperor,Cradle Of Filth (diğerlerine göre daha piyasa ancak daha sağlam alt yapısı var),Old Man’s Child gibi grupları sayabiliriz.Gothic Metal isimli tür ise gothic yaşama,sıra dışı melodik ezgilere ve orkestrasyonlara en fazla rastlanan Metal müzik türü olarak kendini yine 1990’lı yıllardan itibaren göstermeye başlar.Ancak 90’lı yılların sonuna doğru Doom Metal gruplarının da bu müzik türüne oldukça yaklaşık bir müzik anlayışı gütmeleriyle Gothic Metal de günümüzde en fazla dinlenen Metal müzik türü olarak görülmektedir.Katatonia,Leave’s Eyes,Lacuna Coil,3rd And The Mortal,Theatre Of Tragedy (Son iki albümü hariç.Son albümlerinde elektronik-metal gibi bir tür ortaya koymalarına ve beğenilmelerine rağmen vokalistleri ünlü Liv Kristine’in gruptan ayrılmasıyla eski gothic anlayışlarına geri dönmüş gibi görünüyorlar),Tiamat gibi gruplar bu müzik türünden kazanıyorlar viski paralarını.Doom Metal ise hala ayakta ancak daha melodik ve daha özgün eserlerin ortaya çıkması gerekiyor.Bu türün öncülerinden Anathema ve Opeth hala çizgilerini koruyan gruplar arasında.Aslını isterseniz Metal müziği dinlemeye başlayan bir insanın en önce ve en sık karşılaşacağı sorun dinlediği grubu nasıl sınıflandıracağıdır.1990’lı yıllarda bu müzik türleri arasında geçiş çok fazla yaşanmazken 2000’li yıllarda bu müzik türleri birbirine oldukça yakın müzikler yapmaya başlamış,örneğin Power Metal,bir opera sanatçısının elinde şekillendirilip orkestra ve opera vokal katılarak ortaya Nightwish ekolü çıkmıştır.Bunun gibi flamenko müzik türüyle Doom,Death ve yer yer Black Metal türünün bir sentezi olan Opeth’i de sınıflandırmak çok zordur.Zaten bana kalırsa günümüzde grupları yaptığımız sınıflandırmayla değil dinlediğimiz müziklerine göre değerlendirmek gerekiyor.Tabii bunu yaparken önümüze kesinlikle çıkan MTV faktörüne de fazla kapılmamak gerekiyor.
Rock müzik tarihine bu kısa yolculuğumuz sırasında bir çok gruba ve müzisyene değinme lüksüm yoktu ancak yine de gidişatı konusunda sizleri bilgilendirmeye çalıştım.Rock müzik tarihini detaylı inceleyenler bileceklerdir ki bu müzikte trendler on-on beş yılda bir kendini tekrarlar.Sex Pistols-Nirvana-Puddle Of Mud üçlemesi buna bir örnek teşkil edebilir.Kurt Cobain’in kendisi bile Sex Pistols’ın idolü olduğunu söylemiştir.Puddle Of Mud için de bu geçerli.Bu örneği vermemin sebebi gidişatın daha derin yönünü aktarmaktı.İnsanoğlunun yaptığı müzik ve fikirler devamlı kendini tekrarlıyor.Bundan on beş yirmi yıl önce moda olan Punk müzik oldukça uzun bir aradan sonra yeniden dirilebiliyor.Bu diriliş belki insanları tatmin etmiyor,belki müzik eskisi gibi olmuyor ancak içinde bulunulan zamanın koşullarına göre yeniden şekillenip yeniden trend haline gelebiliyor.Bu yüzden “Rock Müzik öldü “ , “Metal Müzik artık dinlenmiyor “ gibi yanılgılara düşmemek gerekiyor.MTV’yle ilgili yazdıklarıma rağmen müzikte sentez olayına hiç karşı değilim hatta destekliyorum çünkü müzik türleri bir yerden sonra tıkanıyorlar.Aynı gruplar birbirinin benzeri on albüm çıkarırsa ne kadar dinlenebilirler ki? İşte bu yüzden başka müzik türleriyle sentez yapılarak yeni armonik ve melodik kalıplar geliştiriliyor.Bazen bu insanlara yüzeysel ve bayağı gibi geliyor.Bazen The Beatles dinleyen bir insan “Children Of Bodom’u ne yapayım?” diyebiliyor.Ancak şunu da unutmamak gerekir ki müzik tarihinde ilkleri başaranlar ünlü oldukları kadar teknik olarak günümüz gruplarının olanakları ve alt yapıları düşünüldüğünde daha alt düzeyde kalıyor.Bunun nedeni sadece olanaklar da değil.İlk çıkan şeyler her zaman risklidir.Beğenilme kaygısı güder.Teknik olarak geliştirilmeye açıktır.Yani geliştirilebilir.Daha doğrusu o grubun açtığı yolda ilerleyenler o gruptan daha iyi müzikler yapılabilir.Bu nedenle ben insanların gruplar arasında “Şu güzel değil,şu güzel” gibi yorumlarına çok sinir oluyorum.Sonuçta renkler ve zevkler hep farklı oldu.Bu nedenle hiçbir zaman bir müzik türü trendken diğeri ölmedi.Pop ve Rock paralel olarak ilerledi.Trendlik olayında beni sinir eden nokta ise insanların bir veya birden fazla grubu lanse ederek onları göğe çıkartırken diğer grupları es geçmesi ve bir grup trend olduktan sonra para kaygısı güden bir çok grubun mantar gibi piyasalarda bitivermesidir.Bu da müziğin kalitesizleşmesi gibi bir sonuç ortaya çıkarıyor.Mesela önemli Metal gruplarının en ünlü oldukları zamanda o müzik türüyle ilgili çok ilerleme olduğu kadar çok da gerileme olduğu görülebilir.İşte bu nedenlerle trend olan türler kadar olmayanlara da yer vermeye çalıştım bu kısa yazımda.Kısa diyorum çünkü aklıma gelen ve yazmadığım milyon tane konu var.(Örneğin bir Led Zeppelin ve Deep Purple gibi gruplardan tutun da bunlar gibi milyonlarca grubun milyonlarca sevdiğim şarkısı var ama hangi birini anlatabilirim ki?).Bu yazı size tam anlamıyla Rock Müzik tarihini anlatamaz,öyle bir iddiası da yok.Ancak bu size bir kapı aralayan bir yazıdır
.::Metal Müzik Hakkında::.
Agresif yapısı, akıcı ritmleri, yüksek frekanslı gitarları, bambaşka vokalleri ve karanlık temalı yapısıyla rock müziğinin bir formu olarak karşımıza çıktı Heavy Metal. Aslında biraz daha derin bakacak olursak heavy metal; blues rock ve pop müziğin evrim geçirip değişmesiyle ortaya çıktı. 1967 ve 1974’teki ilk dalgalanma tamamen pop ve blues ürünüydü...1991 senesinden sonra Heavy MetaL hard rock türlerine ve grunge’a dönüşmeye başladı...
İlk Örnekler Ve Etkileri
İngiliz grupları arasında hayli popüler olan ve bir çoğuna ilham kaynağı haline gelen Amerikan Blues müziği, Rolling Stones ve The Yardbirds gibi rock grupları tarafından temposu artırılmış, akustik yerine elektro gitar kullanılmış halleriyle tekrardan derleniyordu..(Bu etkilenme sadece blues’dan değildi tabi, rock ’n' roll’un da -özellikle Elvis Presley-etkisi büyük oldu) Blues müziğin bu şekilde güçlenmesi entelektüel ve sanatsal çevreler arasında merak uyandırdı.. Müzisyenler, tecrübelerini, düşüncelerini, hislerini insanlara amfilerle güçlendirilmiş bu gitarlarla daha yüksek, daha şiddetli aktarma yolunu seçtiler. Bateristler tarzlarını, elektro gitarların yüksekliğine ulaşabilmek için blues-rock tarzının basit ve tek düze davulundan, daha güçlü, daha şiddetli, daha kompleks bir hale getirirken, amfilere güvenen vokalistler ise tekniklerini değiştirerek hatta geliştirerek, daha şekilli, yer yer daha dramatik bir hale büründüler..
Amfilerin sayısız avantajları ve yeni kayıt teknolojilerinin gelişmesiyle, heavy metal gücünü iyice hissettirmeye başladı. Genel kanı olarak heavy metal Led Zeppelin ve Black Sabbath ile , 1960’larda İngiltere’nin Birmingham bölgesinde, geleneksel blues standartlarının dışında hatta ötesinde bir müzikle ortaya çıktı. Her iki grupta, blues-rock’ta kullanılan gitarın sesini yükselten ve Amerikan müziği ile Avrupalı beyaz rockerlar arasında köprü kuran Jimi Hendrix gibi isimlerin de olduğu Amerikan "psychedelic rock" müzisyenlerine büyük ilham kaynağı oldu. Bazı gruplar ise başka türlü etkilendiler bu gruplardan. Mesela Vanilla Fudge psychedelic pop tınılarını, heavy metal’in ortaya çıkmasında büyük katkıları olan İngiliz, The Who ve The Kinks gibi biraz daha aşağı çekti. Öteki anahtar grup ise, heavy metalde üç kişilik grupların mevcudiyet örneği olan Cream’di.Bazıları için ise The Beatles, kullandığı distortion ve yoğun aranjmanlarıyla metalin ortaya çıkmasında katkısı bulunan anahtar gruplardandı. Belki de ilk heavy metal şarkısı olarak The Kinks’in 1965 yılında yaptığı “You Really Got Me” yi gösterebiliriz. Fakat metal otoriteleri bu konuda bir anlaşmaya varabilmiş değiller. Bazıları Blue Cheers’ın 1968lerin sonuna doğru yaptığı “Summertime Blues” derlemesini ilk heavy-metal şarkısı olarak gösterirken, bir grup Beatles’ın “Helter Skelter”ini bir grup da The Jeff Beck Group’un “Truth” albümünü, bir kısım da Led Zeppelin’in “Led Zeppelin” albümünü ilk metal şarkıları olarak göstermekte-ki Led Zeppelin’in çıkışıyla bütün dünya heavy metalin doğuşunu kabul etmekte...
Heavy Metalin Kökleri...
Heavy Metal teriminin nereden çıktığı tam olarak bilinmemekte. Bir inanca göre bu terim, William S. Burroughs’ın 1962’de yazdığı “The Soft Machine” adlı romanın karakteri “Uranüslü Willy, the Heavy Metal Kid”den ortaya çıktı. 1964’te yazdığı ikinci roman Nova Express’te ise yarattığı heavy metal temasını geliştirerek uyuşturucu bağımlılarına bir metafor haline getirdi. Romanların anlattığı diğer konu ise gittikçe mekanikleşen dünya ve programlanmış hayatları sonucu makineleşen insandı...
“Hastalıkları, uyuşturucuları ve parazit hayatları - Uranüsün Heavy Metal İnsanlarının dört bir yanı buharlaşmış mavi banknotların yarattığı sis ile kaplıdır- ve metal müzikleriyle Minraud’un böcek insanları” Burroughs, William S. (1964) Nova Express. New York: Grove Yayınları. Sayfa, 112.. Blue Öyster Cult’un prodüktörü, menajeri ve şarkı sözü yazarı olan Sandy Pearlman, 1970’te “heavy metal” terimini rock müziğinin içine sokan ilk kişi olarak tarihe geçti...
1960’ların sonuna doğru Led Zeppelin, Black Sabbath, The Move gibi grupları çıkaran Birmingham endüstrinin kalbi halindeydi ve bazıları “heavy metal” teriminin buradan çıktığını iddia ediyordu...The Move da, biyografilerinde bu iddiayı destekliyordu.
Bir başka iddia da -ki muhtemel- bu terimin 1967 yılında Jimi Hendrix’in yaptığı müziği tanımlamak amacıyla “gökten düşen heavy metal gibi” sözüyle ortaya çıktığıdır. İddialar bitiyor mu? Hayır! Başka bir iddia ise bu sözün Steppenwolf’un 1968’de çıkardığı “Born to be wild” şarkısında geçen “heavy metal thunder” cümlesinde geçtiğidir:
"I like smoke and lightning
Heavy metal thunder
Racin' with the wind
And the feelin' that I'm under"
Heavy kelimesi (ciddi ve derin anlamında kullanılmakta) daha önce Iron Butterfly’ın 1968’de çıkardığı "Heavy" adlı ilk albümü ile hippi ve şehir argosuna girdi.. Gerçek şu ki daha sonra Led Zeppelin’in heavy metal ismiyle bütünleşmesi sonucu, terim şu an kullanılan anlamını kazandı..
Kökeni yüzünden ilk başta sadece belli bir kesimin kabullendiği heavy metal terimi daha sonra hayranları tarafından da kabul gördü. Deep Purple gibi kökeni progresif rock olan gruplar ise kendilerini daha sert ve daha iyi ifade edeceklerine inandıkları heavy metal havuzunun içine attılar...
1970’lerin heavy metal tarihi, müzik tarihçileri tarafından sık sık görüşülüp tartışılmıştır. Bazıları, hair metalin pop kitlesini kendisine çektiği 1980’lerde büyük başarı yakalayan Blue Öyster Cult gibi grupları örnek gösterip bu döneme “maddi çıkar” devri dese de çoğu tarihçi bu grupları önemsemeyip Eddie Van Halen ve Randy Rhoads gibi klasikler üzerine yoğunlaşır. 70 sonlarının genç kuşağa hitap eden (ve en büyük örneği s*x Pistols olan) punk rock’ı da kimileri için çok önemlidir. 1980’lerde Iron Maiden ve Judas Priest gibi İngiliz gruplarla beraber doğan Yeni Dalga İngiliz Heavy Metal’i de(N.W.O.B.H.M) heavy metal tarihi için çok parlak bir dönemdir. Aynı senelerde heavy metal, hardcore, punk, ve alternative rock’ı da etkilemiş, ortaya death metal gibi yeni alt türler çıkmaya başlamıştır..
Jimi Hendrix’in önceki senelerde öncülüğünü yaptığı gitar ustalığı bayrağını 70 sonlarında Eddie Van Halen aldı. Van Halen’ın 1978 yılında çıkardığı solo albüm “Eruption” çoğu tarihçi tarafından bir dönem noktası olarak nitelendirildi. Ritchie Blackmore (Deep Purple), (Ozzy Osbourne ile birlikte) Randy Rhoads ve Yngwie Malmsteen ise gitara daha da yoğunlaştı, bölece klasik gitarlar da artık heavy metal konserlerinde kullanılmaya başlandı. Heavy metalde yaşanan bu patlamayı sonradan Ronnie James Dio, Judas Priest ve (belki de “saf” heavy metal yapan son grup olan) Iron Maiden sürdürdü. Özellikle Iron Maiden’dan sonra metal, saldırganlığın limitini aştı ve müzikal anlamda çok büyük sıçrama yaptı.
Metal müzik Avrupa ve Amerika’da farklı kulvarlarda ilerliyordu. Iron Maiden ve çağdaşları Avrupa metalini ilerletirken Amerika’da, özellikle Los Angeles’ta Mötley Crüe ile başlayan bir hair metal furyası vardı. 80’ler boyunca hair metal Amerika’yı ve pek çok ülkeyi etkisi altına aldı. Def Leppard, Ratt, Poison ve Guns n'Roses gibi devler de buna yardım etti. Hair metalin yaptığı müzik belirli bir görüşü savunsa da bu tür çoğu zaman doğal ve akışında ilerleyen has bir metal türü olarak görülmedi. 90’lara gelindiğinde ise punk rock’dan etkilenmiş bir alternatif rock müziği ortaya çıktı: grunge. Özellikle Seattle dünyaya pek çok grunge grup kazandırdı. Nirvana, Pearl Jam ve Soundgarden grunge müziğin en büyük isimleri oldu.
Klasik rock parçalarının coverları da çoğu metal grubunun repertuarında yer edindi. Örnek vermek gerekirse heavy metal öncesinin efsanesi The Beatles grubunun “Helter Skelter” şarkısı. Dönem gereği metal ruhunu verebilen ama müziğini veremeyen bu şarkının Mötley Crüe versiyonu bu coverlar içinde en önemli ve en faydalılarından biri olmuştur.
Hatırlanması gereken bir diğer nokta da “heavy metalin, Afrika-Amerika’dan gelen ve siyahların elinde olan blues-rock’ın tam zıttı yani "beyaz olduğu” yanılgısıdır. Bu yanılgının oluşmasının sebebi dinleyici kitlesinin ve metal müzisyenlerinin çoğunun beyaz olmasıdır. Ama unutmamak gerekir ki bu iddiayı kıran gruplar da metal tarihi içinde var olmuştur. Hem müzisyenleri hem de dinleyicileri karma olan bu gruplardan Thin Lizzy’s Phil Lynnott ve Living Colour sadece ikisidir..
Heavy Metalde Enstrümantal
Metal müzikte kullanılan enstrümanlar genelde şu şekildedir: bir bateri, bir bas gitar, bir ritim gitar, bir lead (lider, öncü) gitar, bir vokal ve bazen bir klavye. Tüm bunların içinde heavy metalde en önemlisi tabiki gitardır. Gitarların amplifikasyonu ve elektronik geçişler sesi kalınlaştırmak için kullanılır. Heavy metal vokalistlerinin de çeşitli üslupları ve tarzları vardır. Boğazı yormayan temiz vokallerden, hırıltılı çıkan derin vokallere, çığlığı andıran yüksek ve tiz tonlardan böğürtülü brutal vokale.. Örneğin black ve death metal bozuk ve gırtlaktan gelen bir vokale eğilimlidir. Hatta bazen vokalistin ne söylediğini anlamak bile güç olabilir. Çoğu zaman vokal o kadar ham ve işlenmemiş durur ki (Cannibal Corpse gibi) tekrar etmesi ya da eşlik etmesi çok güç olabilir. Ama tüm bunların aksine gayet anlaşılır ve düz vokaller de seçilebilir.
Karmaşık sololar ve riffler heavy metal için çok önemli öğelerdir. Heavy metalde gitarın ve baterinin bir standardı varmış gibi gözükse de müzik her zaman sınırsızdır ve her şeye açıktır. Finlandiyalı Apocalyptica buna güzel bir örnektir. Adeta kendi heavy metal türlerini yaratan grup kategorize edilmesi zor bir şekilde metalin karanlık tarafını müziğiyle işler. Kendi stillerini yaratmak için soundlarına bozuk ritimlerden koro vokallere kadar pek çok alkışı hakeden orijinal öğeler katmışlardır.
The Who ile birlikte ilk dönem heavy metal örneklerinden olan Amerikalı grup Grand Funk Railroad, sahne şovlarında ses seviyesine önem veren belki de ilk gruplardandır. Sesin derecesi, heavy metalde neredeyse müzik kalitesi kadar çok önemli bir faktördür. Heavy metali sırf yüksek sesi yüzünden dinleyip tatmin olan kitlenin sayısı azımsanmayacak kadar az olmamıştır. Özellikle Motörhead ve Manowar “yüksek ses” bakımından heavy metalde önemli gruplardır. Hele hele Manowar, tarihi boyunca hep “en yükses sese sahip grup” olarak övünmüş, hatta bu konuda rekorlar dahi denemiş ve kırmıştır. (1984 yılında yaptıkları şarkı “All Men Play On Ten” bunu anlatır.)
Heavy Metalin Teması
Bir sanat türü olarak Heavy Metal, müzikten çok daha fazlasıdır; dinlenebilir olması kadar görseldir de. Albüm kapakları ve sahne şovları müziğin kendisi kadar önemlidir. Bu yüzden Heavy Metal tarihi boyunca çoğu sanatçı işbirliği içine girmiş, dinleyicilere geniş bir perspektif sunmuştur. Bu bakımdan Heavy Metal, tek bir metodla icra edilen diğer tüm sanat biçimlerinden bile ayrılabilir. Çünkü resim görsel olarak, semfoni işitsel olarak icra edilirken bir Heavy Metal grubunun “imaj”ı ve “ortak tema”sı albüm kapağından sahne tasarımına, şarkı sözünün tonundan müziğin sesine kadar pek çok öğeyi birleştirir.
Rock tarihçileri Batı pop müziğinin, Heavy Metal’i gerçekten uzaklaşan, fantastik lirikler yazma konusunda etkilediğini düşünür. Afrika-Amerika Blues müziği ise Heavy Metal’e kaybetme, depresyon, yalnızlık gibi saf gerçekliği katmıştır.
Eğer Heavy Metal, işitsel / tematik öğelerini blues müziğinden almışsa, görsel özelliklerini de pop müzikten almıştır. Karanlık, şeytan, güç ve kıyamet temaları, hayatın problemlerinin gerçekliğini dile getiren fantastik dil özellikleridir. Bunların yanında, 1960’ların hippi kültüründen gelen “barış ve sevgi”nin reaksiyonu olarak Heavy Metal bir karşı-kültür olarak gelişmiş, karanlığın yerine ışık, pop müziğin mutlu sonu yerine de saf gerçeklik gelmiştir. Dinleyiciler her ne kadar Heavy Metal’in mesajının karanlık olmadığını iddia etse de eleştirmenler gerçekliğin negatif yönlerini yücelttiği için Heavy Metal’i suçlamıştır.
Heavy Metal’in temaları 50, 60 ve 70’erin neşeli pop kültüründen daha ağır ve ciddidir; savaşa, nükleer yıkıma, çevresel sorunlara, siyasi ve dini propagandaya odaklıdır.
Black Sabbath’ın “War Pigs”inin ve Ozzy Osbourne’ün “Killer of Giants”ının dönemin sorunlarının tartışılmasında büyük katkıları olmuştur. Gerçeğin yorumlanması Heavy Metal’de bazen çok basit olabilir; çünkü onun fantastik ve şiirsel dili karanlıkla aydınlığı, umutla düş kırıklığını, iyiyle kötüyü, grinin gölgesinde hiç kalmadan ayırabilir.
Bazıları Heavy Metal’le aşk şarkılarını ayrı yerlere koysa da çoğu “hair metal” şarkısı aşk konusuna odaklıdır. Biraz açmak gerekirse; 80’lerin hair metal’i, 70’lerin parlak rock hareketinin son dönemi, bitiş devridir. İkisinin arasındaki (makyaj ve sıradışı kostümler gibi) görsel benzerlikler bu tartışmayı daha da zora sokar. Rock, şiirsel olarak cinsel belirsizlik, özgür ifade ve bireyselliğe dayanırken hair metal, kesin ve emin bir şekilde daha maço ve heteroseksüeldi. Tabi diğer bir fark ta hair metal’in siyasi ve toplumsal sorunlara da diyecek bir lafı olmasıydı. Sonuç olarak, “saf” Heavy Metal kendisini pop kültürün asla merkezine değil, kıyısına köşesine koymuştur. Bu konumun yer yer merkeze doğru kayması ise sadece sanatçılık şerefini ve mesaj verme fırsatını bir kenara atıp ticari yaklaşımlarda bulunmakla olabilir.
Klasiklerin Etkisi
Heavy Metal’in klasik müziği benimsemesi Mozart ve Franz Liszt’den ziyade Bach ve Paganini’nin bıraktığı etkiye dayanır. Deep Purple ve Rainbow’un gitaristi Ritchie Blackmore 70’lerin başından beri klasik müziğin miras bıraktığı müzikal figürasyonlarla ilgileniyordu, Van Halen’in 78 yılında çıkardığı ilk albümü “Eruption” ise metalde klasik metal virtüözlüğü için çok önemli bir gelişmeydi. Aslında metal müziğin 80’li yıllarında görülen klasik müzik etkisi 18. yüzyılın ilk dönemlerinden gelir. Batı sanat müziğinin Barok dönemi de gotik öğeler olarak metale geçmiştir. Örneğin Ozzy Osbourne’un “Mr Crowley” (1981) albümünde Barok sanatından esinlenen gitar soloları ve Ozzy’nin efsane okultist Aleister Crowley’e yazdığı lirikler bulunuyordu. Yine de klasik sanat müziğinin tekniğini ve üslubunu kullanan metal müzisyenlerinin, klasik müzik yapmak ya da bir klasik müzisyen olmak gibi niyetleri yoktu.
Encarta Ansiklopedisinin iddiasına göre “bir metni müzikle birleştirirken, Bach , metinin sözel gücüne eşdeğer bir müzik yazardı.” Heavy Metal de kıyamet, karanlığın gücü gibi temaları işleyen metinleri müziğe çevirirken müzikle metinleri eşdeğer tutmaya çalışır. Bunun en güzel örneği Iron Maiden’ın “Powerslave” isimli konsept albümüydü. Kapağında dramatik bir Mısır piramiti manzarası olan bu albümün parçalarının genel konusu ölüm ve yaşamdı ve müzik te bu konuyu destekliyordu. Bu albümün parçalarından birinin adı da İngiliz romantik akımının önemli temsilcisi Samuel Taylor Coleridge’in klasiği “The Rime of the Ancient Mariner” (Yaşlı Denizcinin Şiiri) idi.
Önemli Sanatçılar
60’ların ilk müjdecilerinden, 80 sonralarının alt türlerini yaratanlara kadar Heavy Metal tarihi tartışılırken, üç ana aşamada bazı kilit, çok önemli sanatçıların adı listelenebilir. Bu sanatçıların tümünün İngiliz olması ise tesadüf değildir.
The Beatles, The Who, The Rolling Stones gibi 60’ların efsane rock grupları.
Led Zeppelin, Black Sabbath, Deep Purple gibi 70 ortalarının metale geçiş grupları.
Iron Maiden, Judas Priest gibi 70 sonları ve 80 başlarının Yeni Dalga İngiliz Heavy Metal akımı öncüleri.(N.W.B.H.M)
Kendilerini “Heavy Metal” grubu olarak tanıtanlar tabiki son aşamada yer alan gruplardır. 1980’lerin ortalarında Heavy Metal öylesine bir patlama yapmıştır ki dinleyici kitleleri, müzik şirketleri ve fanzinler yeni alt türlere isim koymaya başlamıştır. O dönemlerde bu alt türler henüz belirsiz olduğu ve sınırları belirlenemediği için bir sanatçıyı bir alt türe koymak zor olmuştur. Ama bu alt türler içinde en önemlileri başını Metallica ve Slayer gibi Amerikalı grupların çektiği thrash metal ve Ratt, Guns N’ Roses gibi yine Amerikalı grupların öncülüğünü yaptığı hair metal olmuştur. Bu dönemin diğer bir önemli grubu da tabiki Megadeth’dir. Thrash metal riffleriyle Judas Priest’in speed metal sololarını birleştiren Megadeth dönemine şüphesiz ki damgasını vurmuştur.
Heavy rock müziğin sonradan oluşan diğer bir türü de, en bilinen grubu Seattle’lı Nirvana olan 1990’ların grunge müziği olmuştur. Heavy Metalin etkisi görülse de bu müzik, Heavy Metalin bir alt türü olarak sayılmaz. Gitar soloların olmayışı belki de grunge grupların Heavy Metal adı altında anılmamasının en önemli nedenidir.
Kültürel Etki
Heavy Metal’in yarattığı etki, insanların günlük hayatında da gücünü göstermiştir. Heavy Metal’in teşvik ettiği hedonist (hazcı) insan doğası ve anti-dindar görüşleri toplumlar arasında öylesine etkili bir alt kültür oluşturmuştur ki (özellikle müslüman ülkelerde) siyah t-shirt giymek bir tutuklanma sebebi haline gelebilmiştir. Batı ülkelerinde de durum farklı değildir. Heavy Metal dinleyicileri Batı’da da düşük zeka seviyeli kara cahiller tarafından sürekli taciz edilmiş, dinledikleri müziğin hem şiirsel hem müzikal anlamda sanatın ta kendisi olduğu bazen unutulmuştur. Heavy Metal’in imajı televizyon dizileri ve “Beavis and Butthead”, “Airhead” gibi filmler sayesinde popüler kültürde yükselmiş, kitleler tarafından benimsenmiştir. Bunların yanında çoğu metal grubu da günlük hayatın içine kadar girebilen işaretler, simgeler yaratmış. Ronnie James Dio tarafından meşhur olan “kötülüün gözü” (ticari amaçla olsa da) çoğu Heavy Metal seveninin simgesi haline gelmiştir.
Heavy Metal, kostüm ve dış görünüm olarak ta çok belirli bir çizgi çizer. Uzun saç, deri ceket, metal takılar, dövme, küpe ve siyah renk bunlardan bir kaçıdır. Belki de diğer hiç bir müzik türünün böylesine karikatürize, net bir dış görünüm tarzı yoktur.
Alt Türler Ve Diğer Türlerle Bağlantılar
Heavy Metal kategorize etmesi güç bir şey kanıtlamıştır. Bazı metal fanları ve müziyenleri, oluşan bu türü ve alt türlerini değişmez sabit bir konsepte oturtmaya çalışsalar da diğerleri bu kısıtlamaya karşı çıkıp böyle bir sınıflandırmayı gereksiz buldular.
Heavy Metal, black metal, death metal, thrash metal ve diğerleriyle birlikte oluşan “metal ailesi”'nin dedesidir, en büyüğüdür. Çoğu metal türü kesin bir şekilde blues ve rocktan ayrılır, ama bazı alt türler Batı klasik müziğinin etkilerini de içerir. Bu sebepten dolayı, klasik heavy metal ve avant-garde black metal aynı aileye sahip olsa bile, ikisinin arasında önemli farklar bulunur. Saf Heavy Metal yapı ve ölçü itibariyle aslen blues kökenlidir. Black metal ve benzerleri ise her ne kadar ilk bakışta bozuk ve hızlı tekrar eden gitar sesleri gibi görünse de, klasik müzikten ilerlemiştir.
1970’lerin ortalarında kısa bir döneme sahip olan “glitter rock” için, Heavy Metal’in gerçek-fantazi karışımı temasının fantazi tarafı aşırı olanı denebilir. Iggy Pop, David Bowie, Alice Cooper ve Kiss bu alt türün en öncü ve önemli örnekleridir.En büyük öncüleri The Ramones, The Velvet Underground, The Stooges ve s*x Pistols olan punk rock da tıpkı heavy metal gibi öfkeli gençliğin sesi olarak doğmuş ama punk 1970’lerin Heavy Metal’inden çok farklı bir yöne gitmiştir. Heavy Metal’in ayrıca, tıpkı punk ve rock gibi aynı ruha sahip grunge’a da önemli etkisi olmuş, grunge’ın ilerlemesinde ve gelişmesinde de kayda değer bir rolü bulunmuştur.
80’lerin başlarında Iron Maiden ve Motörhead gruplarının başı çektiği Yeni Dalga İngiliz Heavy Metali de, metal müziğini (özellikle Avrupa’da) oldukça popüler yapmıştır. Bu periyod ayrıca orjinal Heavy Metal türünün zirvede olduğu dönem olarak ta bilinir...
Son olarak ;
Tüm bunların haricinde, Heavy Metal’den doğan pek çok başka alt tür, ve bu alt türlerden de doğan pek çok yeni alt tür vardır. Metal müziğin dedesi olan Heavy Metal ve onun oğulları, üreye üreye şu andaki köklü, asil ve kalabalık “metal ailesini” daha anlamlı bir ifadeyle "Metal Kültürünü" yaratmışlardır ve Metal sanatını dünyaya bahşetmişlerdir. Yazıda adı geçen, geçmeyen, metal müziğe bir notayla dahi katkısı olmuş herkese bu yüzden ve hayatlarımızı daha anlamlı kıldıkları için sonsuz teşekkürler...
alıntı
Heavy MetaL
Agresif yapısı, akıcı ritmleri, yüksek frekanslı gitarları, bambaşka vokalleri ve karanlık temalı yapısıyla rock müziğinin bir formu olarak karşımıza çıktı Heavy Metal. Aslında biraz daha derin bakacak olursak heavy metal; blues rock ve pop müziğin evrim geçirip değişmesiyle ortaya çıktı. 1967 ve 1974’teki ilk dalgalanma tamamen pop ve blues ürünüydü...1991 senesinden sonra Heavy MetaL hard rock türlerine ve grunge’a dönüşmeye başladı...
İlk Örnekler Ve Etkileri
İngiliz grupları arasında hayli popüler olan ve bir çoğuna ilham kaynağı haline gelen Amerikan Blues müziği, Rolling Stones ve The Yardbirds gibi rock grupları tarafından temposu artırılmış, akustik yerine elektro gitar kullanılmış halleriyle tekrardan derleniyordu..(Bu etkilenme sadece blues’dan değildi tabi, rock ’n' roll’un da -özellikle Elvis Presley-etkisi büyük oldu) Blues müziğin bu şekilde güçlenmesi entelektüel ve sanatsal çevreler arasında merak uyandırdı.. Müzisyenler, tecrübelerini, düşüncelerini, hislerini insanlara amfilerle güçlendirilmiş bu gitarlarla daha yüksek, daha şiddetli aktarma yolunu seçtiler. Bateristler tarzlarını, elektro gitarların yüksekliğine ulaşabilmek için blues-rock tarzının basit ve tek düze davulundan, daha güçlü, daha şiddetli, daha kompleks bir hale getirirken, amfilere güvenen vokalistler ise tekniklerini değiştirerek hatta geliştirerek, daha şekilli, yer yer daha dramatik bir hale büründüler..
Amfilerin sayısız avantajları ve yeni kayıt teknolojilerinin gelişmesiyle, heavy metal gücünü iyice hissettirmeye başladı. Genel kanı olarak heavy metal Led Zeppelin ve Black Sabbath ile , 1960’larda İngiltere’nin Birmingham bölgesinde, geleneksel blues standartlarının dışında hatta ötesinde bir müzikle ortaya çıktı. Her iki grupta, blues-rock’ta kullanılan gitarın sesini yükselten ve Amerikan müziği ile Avrupalı beyaz rockerlar arasında köprü kuran Jimi Hendrix gibi isimlerin de olduğu Amerikan "psychedelic rock" müzisyenlerine büyük ilham kaynağı oldu. Bazı gruplar ise başka türlü etkilendiler bu gruplardan. Mesela Vanilla Fudge psychedelic pop tınılarını, heavy metal’in ortaya çıkmasında büyük katkıları olan İngiliz, The Who ve The Kinks gibi biraz daha aşağı çekti. Öteki anahtar grup ise, heavy metalde üç kişilik grupların mevcudiyet örneği olan Cream’di.Bazıları için ise The Beatles, kullandığı distortion ve yoğun aranjmanlarıyla metalin ortaya çıkmasında katkısı bulunan anahtar gruplardandı. Belki de ilk heavy metal şarkısı olarak The Kinks’in 1965 yılında yaptığı “You Really Got Me” yi gösterebiliriz. Fakat metal otoriteleri bu konuda bir anlaşmaya varabilmiş değiller. Bazıları Blue Cheers’ın 1968lerin sonuna doğru yaptığı “Summertime Blues” derlemesini ilk heavy-metal şarkısı olarak gösterirken, bir grup Beatles’ın “Helter Skelter”ini bir grup da The Jeff Beck Group’un “Truth” albümünü, bir kısım da Led Zeppelin’in “Led Zeppelin” albümünü ilk metal şarkıları olarak göstermekte-ki Led Zeppelin’in çıkışıyla bütün dünya heavy metalin doğuşunu kabul etmekte...
Heavy Metalin Kökleri...
Heavy Metal teriminin nereden çıktığı tam olarak bilinmemekte. Bir inanca göre bu terim, William S. Burroughs’ın 1962’de yazdığı “The Soft Machine” adlı romanın karakteri “Uranüslü Willy, the Heavy Metal Kid”den ortaya çıktı. 1964’te yazdığı ikinci roman Nova Express’te ise yarattığı heavy metal temasını geliştirerek uyuşturucu bağımlılarına bir metafor haline getirdi. Romanların anlattığı diğer konu ise gittikçe mekanikleşen dünya ve programlanmış hayatları sonucu makineleşen insandı...
“Hastalıkları, uyuşturucuları ve parazit hayatları - Uranüsün Heavy Metal İnsanlarının dört bir yanı buharlaşmış mavi banknotların yarattığı sis ile kaplıdır- ve metal müzikleriyle Minraud’un böcek insanları” Burroughs, William S. (1964) Nova Express. New York: Grove Yayınları. Sayfa, 112.. Blue Öyster Cult’un prodüktörü, menajeri ve şarkı sözü yazarı olan Sandy Pearlman, 1970’te “heavy metal” terimini rock müziğinin içine sokan ilk kişi olarak tarihe geçti...
1960’ların sonuna doğru Led Zeppelin, Black Sabbath, The Move gibi grupları çıkaran Birmingham endüstrinin kalbi halindeydi ve bazıları “heavy metal” teriminin buradan çıktığını iddia ediyordu...The Move da, biyografilerinde bu iddiayı destekliyordu.
Bir başka iddia da -ki muhtemel- bu terimin 1967 yılında Jimi Hendrix’in yaptığı müziği tanımlamak amacıyla “gökten düşen heavy metal gibi” sözüyle ortaya çıktığıdır. İddialar bitiyor mu? Hayır! Başka bir iddia ise bu sözün Steppenwolf’un 1968’de çıkardığı “Born to be wild” şarkısında geçen “heavy metal thunder” cümlesinde geçtiğidir:
"I like smoke and lightning
Heavy metal thunder
Racin' with the wind
And the feelin' that I'm under"
Heavy kelimesi (ciddi ve derin anlamında kullanılmakta) daha önce Iron Butterfly’ın 1968’de çıkardığı "Heavy" adlı ilk albümü ile hippi ve şehir argosuna girdi.. Gerçek şu ki daha sonra Led Zeppelin’in heavy metal ismiyle bütünleşmesi sonucu, terim şu an kullanılan anlamını kazandı..
Kökeni yüzünden ilk başta sadece belli bir kesimin kabullendiği heavy metal terimi daha sonra hayranları tarafından da kabul gördü. Deep Purple gibi kökeni progresif rock olan gruplar ise kendilerini daha sert ve daha iyi ifade edeceklerine inandıkları heavy metal havuzunun içine attılar...
1970’lerin heavy metal tarihi, müzik tarihçileri tarafından sık sık görüşülüp tartışılmıştır. Bazıları, hair metalin pop kitlesini kendisine çektiği 1980’lerde büyük başarı yakalayan Blue Öyster Cult gibi grupları örnek gösterip bu döneme “maddi çıkar” devri dese de çoğu tarihçi bu grupları önemsemeyip Eddie Van Halen ve Randy Rhoads gibi klasikler üzerine yoğunlaşır. 70 sonlarının genç kuşağa hitap eden (ve en büyük örneği s*x Pistols olan) punk rock’ı da kimileri için çok önemlidir. 1980’lerde Iron Maiden ve Judas Priest gibi İngiliz gruplarla beraber doğan Yeni Dalga İngiliz Heavy Metal’i de(N.W.O.B.H.M) heavy metal tarihi için çok parlak bir dönemdir. Aynı senelerde heavy metal, hardcore, punk, ve alternative rock’ı da etkilemiş, ortaya death metal gibi yeni alt türler çıkmaya başlamıştır..
Jimi Hendrix’in önceki senelerde öncülüğünü yaptığı gitar ustalığı bayrağını 70 sonlarında Eddie Van Halen aldı. Van Halen’ın 1978 yılında çıkardığı solo albüm “Eruption” çoğu tarihçi tarafından bir dönem noktası olarak nitelendirildi. Ritchie Blackmore (Deep Purple), (Ozzy Osbourne ile birlikte) Randy Rhoads ve Yngwie Malmsteen ise gitara daha da yoğunlaştı, bölece klasik gitarlar da artık heavy metal konserlerinde kullanılmaya başlandı. Heavy metalde yaşanan bu patlamayı sonradan Ronnie James Dio, Judas Priest ve (belki de “saf” heavy metal yapan son grup olan) Iron Maiden sürdürdü. Özellikle Iron Maiden’dan sonra metal, saldırganlığın limitini aştı ve müzikal anlamda çok büyük sıçrama yaptı.
Metal müzik Avrupa ve Amerika’da farklı kulvarlarda ilerliyordu. Iron Maiden ve çağdaşları Avrupa metalini ilerletirken Amerika’da, özellikle Los Angeles’ta Mötley Crüe ile başlayan bir hair metal furyası vardı. 80’ler boyunca hair metal Amerika’yı ve pek çok ülkeyi etkisi altına aldı. Def Leppard, Ratt, Poison ve Guns n'Roses gibi devler de buna yardım etti. Hair metalin yaptığı müzik belirli bir görüşü savunsa da bu tür çoğu zaman doğal ve akışında ilerleyen has bir metal türü olarak görülmedi. 90’lara gelindiğinde ise punk rock’dan etkilenmiş bir alternatif rock müziği ortaya çıktı: grunge. Özellikle Seattle dünyaya pek çok grunge grup kazandırdı. Nirvana, Pearl Jam ve Soundgarden grunge müziğin en büyük isimleri oldu.
Klasik rock parçalarının coverları da çoğu metal grubunun repertuarında yer edindi. Örnek vermek gerekirse heavy metal öncesinin efsanesi The Beatles grubunun “Helter Skelter” şarkısı. Dönem gereği metal ruhunu verebilen ama müziğini veremeyen bu şarkının Mötley Crüe versiyonu bu coverlar içinde en önemli ve en faydalılarından biri olmuştur.
Hatırlanması gereken bir diğer nokta da “heavy metalin, Afrika-Amerika’dan gelen ve siyahların elinde olan blues-rock’ın tam zıttı yani "beyaz olduğu” yanılgısıdır. Bu yanılgının oluşmasının sebebi dinleyici kitlesinin ve metal müzisyenlerinin çoğunun beyaz olmasıdır. Ama unutmamak gerekir ki bu iddiayı kıran gruplar da metal tarihi içinde var olmuştur. Hem müzisyenleri hem de dinleyicileri karma olan bu gruplardan Thin Lizzy’s Phil Lynnott ve Living Colour sadece ikisidir..
Heavy Metalde Enstrümantal
Metal müzikte kullanılan enstrümanlar genelde şu şekildedir: bir bateri, bir bas gitar, bir ritim gitar, bir lead (lider, öncü) gitar, bir vokal ve bazen bir klavye. Tüm bunların içinde heavy metalde en önemlisi tabiki gitardır. Gitarların amplifikasyonu ve elektronik geçişler sesi kalınlaştırmak için kullanılır. Heavy metal vokalistlerinin de çeşitli üslupları ve tarzları vardır. Boğazı yormayan temiz vokallerden, hırıltılı çıkan derin vokallere, çığlığı andıran yüksek ve tiz tonlardan böğürtülü brutal vokale.. Örneğin black ve death metal bozuk ve gırtlaktan gelen bir vokale eğilimlidir. Hatta bazen vokalistin ne söylediğini anlamak bile güç olabilir. Çoğu zaman vokal o kadar ham ve işlenmemiş durur ki (Cannibal Corpse gibi) tekrar etmesi ya da eşlik etmesi çok güç olabilir. Ama tüm bunların aksine gayet anlaşılır ve düz vokaller de seçilebilir.
Karmaşık sololar ve riffler heavy metal için çok önemli öğelerdir. Heavy metalde gitarın ve baterinin bir standardı varmış gibi gözükse de müzik her zaman sınırsızdır ve her şeye açıktır. Finlandiyalı Apocalyptica buna güzel bir örnektir. Adeta kendi heavy metal türlerini yaratan grup kategorize edilmesi zor bir şekilde metalin karanlık tarafını müziğiyle işler. Kendi stillerini yaratmak için soundlarına bozuk ritimlerden koro vokallere kadar pek çok alkışı hakeden orijinal öğeler katmışlardır.
The Who ile birlikte ilk dönem heavy metal örneklerinden olan Amerikalı grup Grand Funk Railroad, sahne şovlarında ses seviyesine önem veren belki de ilk gruplardandır. Sesin derecesi, heavy metalde neredeyse müzik kalitesi kadar çok önemli bir faktördür. Heavy metali sırf yüksek sesi yüzünden dinleyip tatmin olan kitlenin sayısı azımsanmayacak kadar az olmamıştır. Özellikle Motörhead ve Manowar “yüksek ses” bakımından heavy metalde önemli gruplardır. Hele hele Manowar, tarihi boyunca hep “en yükses sese sahip grup” olarak övünmüş, hatta bu konuda rekorlar dahi denemiş ve kırmıştır. (1984 yılında yaptıkları şarkı “All Men Play On Ten” bunu anlatır.)
Heavy Metalin Teması
Bir sanat türü olarak Heavy Metal, müzikten çok daha fazlasıdır; dinlenebilir olması kadar görseldir de. Albüm kapakları ve sahne şovları müziğin kendisi kadar önemlidir. Bu yüzden Heavy Metal tarihi boyunca çoğu sanatçı işbirliği içine girmiş, dinleyicilere geniş bir perspektif sunmuştur. Bu bakımdan Heavy Metal, tek bir metodla icra edilen diğer tüm sanat biçimlerinden bile ayrılabilir. Çünkü resim görsel olarak, semfoni işitsel olarak icra edilirken bir Heavy Metal grubunun “imaj”ı ve “ortak tema”sı albüm kapağından sahne tasarımına, şarkı sözünün tonundan müziğin sesine kadar pek çok öğeyi birleştirir.
Rock tarihçileri Batı pop müziğinin, Heavy Metal’i gerçekten uzaklaşan, fantastik lirikler yazma konusunda etkilediğini düşünür. Afrika-Amerika Blues müziği ise Heavy Metal’e kaybetme, depresyon, yalnızlık gibi saf gerçekliği katmıştır.
Eğer Heavy Metal, işitsel / tematik öğelerini blues müziğinden almışsa, görsel özelliklerini de pop müzikten almıştır. Karanlık, şeytan, güç ve kıyamet temaları, hayatın problemlerinin gerçekliğini dile getiren fantastik dil özellikleridir. Bunların yanında, 1960’ların hippi kültüründen gelen “barış ve sevgi”nin reaksiyonu olarak Heavy Metal bir karşı-kültür olarak gelişmiş, karanlığın yerine ışık, pop müziğin mutlu sonu yerine de saf gerçeklik gelmiştir. Dinleyiciler her ne kadar Heavy Metal’in mesajının karanlık olmadığını iddia etse de eleştirmenler gerçekliğin negatif yönlerini yücelttiği için Heavy Metal’i suçlamıştır.
Heavy Metal’in temaları 50, 60 ve 70’erin neşeli pop kültüründen daha ağır ve ciddidir; savaşa, nükleer yıkıma, çevresel sorunlara, siyasi ve dini propagandaya odaklıdır.
Black Sabbath’ın “War Pigs”inin ve Ozzy Osbourne’ün “Killer of Giants”ının dönemin sorunlarının tartışılmasında büyük katkıları olmuştur. Gerçeğin yorumlanması Heavy Metal’de bazen çok basit olabilir; çünkü onun fantastik ve şiirsel dili karanlıkla aydınlığı, umutla düş kırıklığını, iyiyle kötüyü, grinin gölgesinde hiç kalmadan ayırabilir.
Bazıları Heavy Metal’le aşk şarkılarını ayrı yerlere koysa da çoğu “hair metal” şarkısı aşk konusuna odaklıdır. Biraz açmak gerekirse; 80’lerin hair metal’i, 70’lerin parlak rock hareketinin son dönemi, bitiş devridir. İkisinin arasındaki (makyaj ve sıradışı kostümler gibi) görsel benzerlikler bu tartışmayı daha da zora sokar. Rock, şiirsel olarak cinsel belirsizlik, özgür ifade ve bireyselliğe dayanırken hair metal, kesin ve emin bir şekilde daha maço ve heteroseksüeldi. Tabi diğer bir fark ta hair metal’in siyasi ve toplumsal sorunlara da diyecek bir lafı olmasıydı. Sonuç olarak, “saf” Heavy Metal kendisini pop kültürün asla merkezine değil, kıyısına köşesine koymuştur. Bu konumun yer yer merkeze doğru kayması ise sadece sanatçılık şerefini ve mesaj verme fırsatını bir kenara atıp ticari yaklaşımlarda bulunmakla olabilir.
Klasiklerin Etkisi
Heavy Metal’in klasik müziği benimsemesi Mozart ve Franz Liszt’den ziyade Bach ve Paganini’nin bıraktığı etkiye dayanır. Deep Purple ve Rainbow’un gitaristi Ritchie Blackmore 70’lerin başından beri klasik müziğin miras bıraktığı müzikal figürasyonlarla ilgileniyordu, Van Halen’in 78 yılında çıkardığı ilk albümü “Eruption” ise metalde klasik metal virtüözlüğü için çok önemli bir gelişmeydi. Aslında metal müziğin 80’li yıllarında görülen klasik müzik etkisi 18. yüzyılın ilk dönemlerinden gelir. Batı sanat müziğinin Barok dönemi de gotik öğeler olarak metale geçmiştir. Örneğin Ozzy Osbourne’un “Mr Crowley” (1981) albümünde Barok sanatından esinlenen gitar soloları ve Ozzy’nin efsane okultist Aleister Crowley’e yazdığı lirikler bulunuyordu. Yine de klasik sanat müziğinin tekniğini ve üslubunu kullanan metal müzisyenlerinin, klasik müzik yapmak ya da bir klasik müzisyen olmak gibi niyetleri yoktu.
Encarta Ansiklopedisinin iddiasına göre “bir metni müzikle birleştirirken, Bach , metinin sözel gücüne eşdeğer bir müzik yazardı.” Heavy Metal de kıyamet, karanlığın gücü gibi temaları işleyen metinleri müziğe çevirirken müzikle metinleri eşdeğer tutmaya çalışır. Bunun en güzel örneği Iron Maiden’ın “Powerslave” isimli konsept albümüydü. Kapağında dramatik bir Mısır piramiti manzarası olan bu albümün parçalarının genel konusu ölüm ve yaşamdı ve müzik te bu konuyu destekliyordu. Bu albümün parçalarından birinin adı da İngiliz romantik akımının önemli temsilcisi Samuel Taylor Coleridge’in klasiği “The Rime of the Ancient Mariner” (Yaşlı Denizcinin Şiiri) idi.
Önemli Sanatçılar
60’ların ilk müjdecilerinden, 80 sonralarının alt türlerini yaratanlara kadar Heavy Metal tarihi tartışılırken, üç ana aşamada bazı kilit, çok önemli sanatçıların adı listelenebilir. Bu sanatçıların tümünün İngiliz olması ise tesadüf değildir.
The Beatles, The Who, The Rolling Stones gibi 60’ların efsane rock grupları.
Led Zeppelin, Black Sabbath, Deep Purple gibi 70 ortalarının metale geçiş grupları.
Iron Maiden, Judas Priest gibi 70 sonları ve 80 başlarının Yeni Dalga İngiliz Heavy Metal akımı öncüleri.(N.W.B.H.M)
Kendilerini “Heavy Metal” grubu olarak tanıtanlar tabiki son aşamada yer alan gruplardır. 1980’lerin ortalarında Heavy Metal öylesine bir patlama yapmıştır ki dinleyici kitleleri, müzik şirketleri ve fanzinler yeni alt türlere isim koymaya başlamıştır. O dönemlerde bu alt türler henüz belirsiz olduğu ve sınırları belirlenemediği için bir sanatçıyı bir alt türe koymak zor olmuştur. Ama bu alt türler içinde en önemlileri başını Metallica ve Slayer gibi Amerikalı grupların çektiği thrash metal ve Ratt, Guns N’ Roses gibi yine Amerikalı grupların öncülüğünü yaptığı hair metal olmuştur. Bu dönemin diğer bir önemli grubu da tabiki Megadeth’dir. Thrash metal riffleriyle Judas Priest’in speed metal sololarını birleştiren Megadeth dönemine şüphesiz ki damgasını vurmuştur.
Heavy rock müziğin sonradan oluşan diğer bir türü de, en bilinen grubu Seattle’lı Nirvana olan 1990’ların grunge müziği olmuştur. Heavy Metalin etkisi görülse de bu müzik, Heavy Metalin bir alt türü olarak sayılmaz. Gitar soloların olmayışı belki de grunge grupların Heavy Metal adı altında anılmamasının en önemli nedenidir.
Kültürel Etki
Heavy Metal’in yarattığı etki, insanların günlük hayatında da gücünü göstermiştir. Heavy Metal’in teşvik ettiği hedonist (hazcı) insan doğası ve anti-dindar görüşleri toplumlar arasında öylesine etkili bir alt kültür oluşturmuştur ki (özellikle müslüman ülkelerde) siyah t-shirt giymek bir tutuklanma sebebi haline gelebilmiştir. Batı ülkelerinde de durum farklı değildir. Heavy Metal dinleyicileri Batı’da da düşük zeka seviyeli kara cahiller tarafından sürekli taciz edilmiş, dinledikleri müziğin hem şiirsel hem müzikal anlamda sanatın ta kendisi olduğu bazen unutulmuştur. Heavy Metal’in imajı televizyon dizileri ve “Beavis and Butthead”, “Airhead” gibi filmler sayesinde popüler kültürde yükselmiş, kitleler tarafından benimsenmiştir. Bunların yanında çoğu metal grubu da günlük hayatın içine kadar girebilen işaretler, simgeler yaratmış. Ronnie James Dio tarafından meşhur olan “kötülüün gözü” (ticari amaçla olsa da) çoğu Heavy Metal seveninin simgesi haline gelmiştir.
Heavy Metal, kostüm ve dış görünüm olarak ta çok belirli bir çizgi çizer. Uzun saç, deri ceket, metal takılar, dövme, küpe ve siyah renk bunlardan bir kaçıdır. Belki de diğer hiç bir müzik türünün böylesine karikatürize, net bir dış görünüm tarzı yoktur.
Alt Türler Ve Diğer Türlerle Bağlantılar
Heavy Metal kategorize etmesi güç bir şey kanıtlamıştır. Bazı metal fanları ve müziyenleri, oluşan bu türü ve alt türlerini değişmez sabit bir konsepte oturtmaya çalışsalar da diğerleri bu kısıtlamaya karşı çıkıp böyle bir sınıflandırmayı gereksiz buldular.
Heavy Metal, black metal, death metal, thrash metal ve diğerleriyle birlikte oluşan “metal ailesi”'nin dedesidir, en büyüğüdür. Çoğu metal türü kesin bir şekilde blues ve rocktan ayrılır, ama bazı alt türler Batı klasik müziğinin etkilerini de içerir. Bu sebepten dolayı, klasik heavy metal ve avant-garde black metal aynı aileye sahip olsa bile, ikisinin arasında önemli farklar bulunur. Saf Heavy Metal yapı ve ölçü itibariyle aslen blues kökenlidir. Black metal ve benzerleri ise her ne kadar ilk bakışta bozuk ve hızlı tekrar eden gitar sesleri gibi görünse de, klasik müzikten ilerlemiştir.
1970’lerin ortalarında kısa bir döneme sahip olan “glitter rock” için, Heavy Metal’in gerçek-fantazi karışımı temasının fantazi tarafı aşırı olanı denebilir. Iggy Pop, David Bowie, Alice Cooper ve Kiss bu alt türün en öncü ve önemli örnekleridir.En büyük öncüleri The Ramones, The Velvet Underground, The Stooges ve s*x Pistols olan punk rock da tıpkı heavy metal gibi öfkeli gençliğin sesi olarak doğmuş ama punk 1970’lerin Heavy Metal’inden çok farklı bir yöne gitmiştir. Heavy Metal’in ayrıca, tıpkı punk ve rock gibi aynı ruha sahip grunge’a da önemli etkisi olmuş, grunge’ın ilerlemesinde ve gelişmesinde de kayda değer bir rolü bulunmuştur.
80’lerin başlarında Iron Maiden ve Motörhead gruplarının başı çektiği Yeni Dalga İngiliz Heavy Metali de, metal müziğini (özellikle Avrupa’da) oldukça popüler yapmıştır. Bu periyod ayrıca orjinal Heavy Metal türünün zirvede olduğu dönem olarak ta bilinir...
Son olarak ;
Tüm bunların haricinde, Heavy Metal’den doğan pek çok başka alt tür, ve bu alt türlerden de doğan pek çok yeni alt tür vardır. Metal müziğin dedesi olan Heavy Metal ve onun oğulları, üreye üreye şu andaki köklü, asil ve kalabalık “metal ailesini” daha anlamlı bir ifadeyle "Metal Kültürünü" yaratmışlardır ve Metal sanatını dünyaya bahşetmişlerdir. Yazıda adı geçen, geçmeyen, metal müziğe bir notayla dahi katkısı olmuş herkese bu yüzden ve hayatlarımızı daha anlamlı kıldıkları için sonsuz teşekkürler...